27.12.09
+rep
11.12.09
optimus price
24.11.09
bucaLi_pich_1905
22.11.09
bill knew.
12.11.09
Who fucking loves New York? Who is the biggest fan? Who is a fiery cheerleader caught in some un-New York foreign land?
neyse yine ben, üzerinden çok geçmeden, bu pofuduklu gibi kızın yanındaki oğlana "ben kaç yıldır sosyalizmi anlatıyorum biliyor musun?" dediğini duyacak ve ondan soğuyacaktım. bereket onu henüz sigara içerken görmemiştim, zira mevzunun tuza bibere falan ihtiyacı yoktu.
aradan geçmiş birden fazla yıl, o kız şimdi bilgisayar monitörünün tabiri caizse götgöte olduğu diğer bilgisayarda. sağında ve solunda birer tane arkadaşı. kendisine dair bildiğim tek şeyse zamanında "ben kaç yıldır sosyalizmi anlatıyorum biliyor musun?" dediği oğlanla şu anda çıkıyor olduğu. demek böyle şeylerden etkilenen erkekler de var.
neyse gözlüklü şirin, arkadaşlarına onlardan bir dönem önce aldığı derse dair ne biliyorsa yarım saattir falan anlatıyor. körvün neresine denk düştüğü halde neden sene sonunda b aldığından tutun da şu an unuttuğum çok alakasız bir başka gereksiz bilgiye kadar. onu suçlamıyorum, bunu ben de yapıyorum. bir dersi birinden önce almayagöreyim, önü alınamaz bir canavara dönüşüyorum. makroda çok oluyor bu mesela, "nedim mi? baya zorlar o yaa.", "mühendisler falan da alır sizle. körv hayvansal çıkar.", "adam mühendismiş zaten. çok matematik dersi." gibi. şimdi aynını o kızda görünce gerildim. "ben de bu kadar itici oluyor muyum acaba?" diye soracak oldum. neyse ki cevabını öğrenecek vaktim yok. makro, körvünün en tepesinde olduğum bir ders olsa da karşımdaki kızdan anladığım üzre hoca milletine güven olmaz. gitsem iyi olacak.
8.11.09
erasmus gelse de gitsek
Ben böyle her yeni döneme başladığımda "Baştan sıkı tutup sınavlara çalışmak zorunda bile kalmayacağım." diyorum ama nafile. Her işler boka sardığında dersleri suçladığımı farkettiğimde "Yok ama bütün dersler önemlidir." diye kendi kendime çıkışıyorum, ama kötü geçen sınavından sonra kendimi "Sizce de adı math for econ olan bi dersin bölüm için daha kilit bi ders olması, zilyon tane dersin prerequisite'i olması gerekmez mi?" sorularıyla rasyonel düşüncenin peşinde buluyorum. Her yeni ayakkabı alışımda da "Bu sefer hep bağcıklarını açarak giyeceğim." diyorum, ama bir hafta sonra işaret parmağı topuğuma yardım ederken buluyorum. Ya da her yeni dinlediğim grubu iyi bulduğumda ilk günkü heyecanıma geri dönüyorum. Yani kendime ne kadar çok söz versem de tırtlığımla kalacağım aşikar. O yüzden söz verirken iki kez düşündüğümde kendim için değil, sizin için yapıyorum bunu. Yoksa ben bir ömür aynı dersleri çıkarıp çıkarıp gocunmam, mesele o değil.
Kulüp hayatının kendi hayatıma oranının hiçbir gerçeği yansıtmadığı şu günlerde anlıyorum ki her işin başına bir adamın geçmesinin gerekmesi her işin başındakinin adam olduğuna delalet etmiyor gavurun tabiriyle "necessarily."
Son günlerde bütün boşluklara sızan Belle and Sebastian, mayıs sonunu çekici kılansa büyük resmin kendisi. "Daha kasım başındayız, destur!" demeyin, Mayfly diye de bi şarkı var.
31.10.09
Böyle bakınca sizce de yekta kopan’ı andırmıyor muyum?
İzmir’de 35dakika sahnede kalıp kişi başı 30tlyi cebe indiren Inna, şüphesiz bugünün büyük bir kısmını Ankamall’de geçirenlerin başına gelebilecek en kötü şeydi ve geldi. Neşeli Günler şımarığı Mavi’den tutun da Bospa esnafı Bershka’ya kadar herkes, arkadaşlarıyla bir güzel gün geçirmek hayalindeki genç dimağları analarından doğduklarına pişman ettiler. Bunları bastıran bizim hunharca kahkahalarımız olunca ben acı gerçekle anca yurda vardığımda yüzleşebiliyordum ve arkada bir yerlerde birileri “fılaay layk yu duit layk yur haay layk yu” diye yineleyip duruyordu. Aynı sessizlik bana yarın öğleden sonraki Ankara’yı düşündürttü ve fark etmeden edemedim: Aslında Ahi Evran Türkçe Öğretmenliği’nde okuyanlar veya Marmara Hukuk’takiler ya da Odtü Elektrik Elektronik Mühendisliği’ndekiler veyahut Ege Biyoloji’dekiler dünyanın en şanslı insanları ama farkında değiller. Öyle. Sonra Eralp bana “insanlara güzel şeyler söylemiyorsun.” diyor. İki cümle öncesine kadar dünyanın en romantik insanı ben değildim de kimdi?
27.10.09
futurama
Bizim okulda kulüpçülüğün olmazsa olmazı iktidar yancılığı. Dersi alabilmeniz içinse önkoşul kraldan çok kralcılık. Bütün bunları duyarak değil görerek öğrenmek ise hayatıma son bir ayın en büyük girdisi. Sonuçta case study diye de bi şey var. İnsanlar ne paralar döküyorlar bunun peşi sıra. Benimse iki kolumdan omuzlarıma kadar altın bilezik. 4.sınıflarının mezuniyete dair planlarının “Güney yarım küreye inerim.” şeklinde olduğu bir okulda CV kaygısı anlatılmaz yaşanır.
25.10.09
18.10.09
13.10.09
eski sevgilisi polyanna olan çocuk
onun dışında bekleyin.
hele bi pazartesi geçsin.
hele bi laptobum gelsin.
hele bi istatistik girsin.
7.10.09
oda arkadaşımın aksine benim facebooktan mesajlaştığım çok az arkadaşım var.
pazarlama , reklamcılık, iletişim guzel şeyler. biraz da "boş", benlik :P güzel afiş tasarlıyorum bu arada;) o siteye 1 milyar öneren oldu:D şans biraz da.
dersler basladı işte, sosyoloji ve politika sardı. ekonomi saramadı henuz ama hocanın macbook airi olması, ona da katılmamı sağlıyor;)
olm sosyolojide avrupada kahve etiği gibi bi konuyla falan başladık. çok hoşuma gitti lan. ayrıca mesajın ustteki kısımlarında ciddi tavrımı da görmezden gelme;) bölüme geçince , haliyle:) ahhaah:)
müzik devam ediyor. klasik koro çalışmasından geldim daha şimdi. "volo the band" adlı grupta davul çalıyorum. beşiktaşta çadır diye biyerde çıkıcaz 19 ekim de sanırm, onun heycanı var. canlı muzik gibi değil bu kez, giriş 10 tl olacak, konser bildiğin:D
ik da gelecek goruyorum lan, iletişim departmanına girdim orda. uyum sağlamam kolay olur. hoş, gerçi daha bir kez gitti de , altından maymun iştahım çıkmazsa devamı gelir gibi.
showband diye bişy var muzik klubunda. muzikal gibi. onun vokal secmelerine giriyorum p.tesi. o da olursa haftaiçi 5 den sonra full dolu oluyo. kaldırabilrmiym bilmiyorum ama, showband guzel.
kız arkadaşım yok, uzun sureli bişey olsun da sonra evlenelim mi, yoksa sisteme uyumlu olsuni takılalım mı ikileminde kaldım. şuan ikisinin de insanları belli:) gerçekten zor vbi vicdani süreç. kararsızlıklar ve melankolik zamanlar:s
ev arkadaşlarımla aram kötü. her an siktiri yiyebilrm ya da biri gidebilr ya da evi dağıtabilrz gibme geliyor.
siktiri yemem en karlı olanı zira drpozito ve bir mmiktar esya parası olarak 500 mlyon koparabilrm gibime geliyor. onla da hiisarustnde bi eve çıkabilrm.
ailemle aram kötü. bugüne kadar hiç olmadığı kadar. herşey bu kadar yoğun ve mutluluk verici giderken, inanılmaz duygusal boşluk, suçluluk ve yakışamama hissediyorum. annemle falan konuşmadım uzn suredir, kendime yakıştıramıyorum:S
anyway, hayat boyle. bu vesileyle yapmam gereken bişeyi yapmış gibi hissediyorum lan, bi rahatladım. sanırım bu yazımı bloga postlamalıym:D şeklinde cevap verecek olanların azlığındandır. herkes böyle müthiş olacak değildir. bunda gücenecek bir şey yoktur.
5.10.09
feedback
27.9.09
pipisuvar
Ojos Asiye
Saçını her zamankinden daha kısa kestirip üstüne bi de boyatan, kahverengi elbisesiyle emekli ingilizce öğretmenlerini andıran annem; nereden estiğini kestiremediğim radikal bir rüzgara işaret etti dün akşam. Ben de Yiğit Özgür'le 15dakika yalnız kalsam kendisine karikatürü bıraktıracağımı iddia edecek kadar ileri bir noktasındayım hayatımın. Hatta dün gece, dans yarışmalarındaki yüzleri klip ve reklamlarda görmekten sıkılmışlığımın da yardımıyla ülke olarak dansa olan inancımızı yitirdiğimizi fark ettiğimde, eşli danslara gitme kararı almam bile bu akımın bir sonucu sayılabilir.
23.9.09
TRT1deki Acemi Müezzin Dizisi
22.9.09
18.9.09
cesaretin bedeli
14.9.09
AÇIKLIYORUM:
13.9.09
PİDECİ VARDI YAA AH O PİDECİ
12.9.09
habertürke çıktım diye bi tavırlar, bi havalar
Bu yazıda sınıfa yeni gelen öğrenci gibi duracak ama bazı servis şoförlerine bir şey sorulmuyor, evet-hayır'la çoktan bitmiş olabilecek konuşmaları "kara yolu ulaşımının tarihi" belgeseline dönüşüyor, bitmiyor, bitemiyor. Durup durup eklentiler yapıyorlar açıklamalarına, doymuyorlar. Böyle uzatmalı konuşmalı bir arkadaşım var, halen daha ne olacağım derdindeyse mesleği benden, ön koltuğa ondan çok yakışanını tanımadım. Bense şehirler arası yolculukta hız korkusundan mütevellit şoförün arkasına oturmaktan sakınan biri olarak masa başı bir işte çalışırım ya da hiç çalışmam. Bir diğer nakil öğrenci de anneme gelsin: tutumlu olunmaz doğulur, oradan atıp tutmakla olsaydı.
9.9.09
esnaf adamın esnaf çocuğu
8.9.09
sakınan göze batan çöp
7.9.09
since 1989
6.9.09
dedim evlenmirem evlenmirem el çekin benden, yahşi evlenirem evlenirem
flickr'ı da bi insan bu kadar amacından uzak kullanabilir. nerede o baktıkça insana yeni ufuklar keşfettiren resimler, nerede benim alıp getirdiklerim.
5.9.09
yaşasın yemek yemek. tövbe tövbe, oruç ağzımla.
Bayramdan hemen sonra evlenecek kuzenimin çeyizi için 25yıl kadar yatıp bu gün bitirmeye çalışmaları size de yarına yetişmesi gereken iş eğitimi ödevinizi hatırlatmıyor mu? Annemin bu seferberlikteki yeriyse en çok kardeşimin canını yakıyor, zira çocuk orucu dediğin şey 6saat bir şey. O evde aç aç dolanıp annemin yokluğunu ölümle bağdaştırırken kıyıda köşede unutulmuş flütü aldım ve dikildim karşısına. Üzerindeki tozu Var mısın Yok musun’dan öğrendiğim kadarıyla iteledim. “Okulum sanki evim, öğretmenim rehberim, sınıfımı severim, okul benim her şeyim.” şeklindeki dönemin en realist şarkısını, ardından Yılan Hikayesi’ni, ardından da Süper Baba’yı ben çaldım, o söylemedi. Böyle bir evde insanlar açlıktan birbirini yerken başka bir evde, bir arkadaşımın Whirlpool Mutfak Sanatları Akademisi’ne burslu kabul aldığını Facebook’tan öğrendim. Bunda kendisine doğumgününde hediye ettiğim pirinç pilavı tarifinin payının büyükçe olduğunu hissediyorum. Yetmedi mi? Ben yaratıcılık sıkıntısı çekerken başka bir arkadaşım da Mimar Sinan’ı kazandı. O da mı yetmedi? Az önce kendisine kapıyı açtığımdan az sonra anneme “kapıyı açan oğlun muydu?” diye soran dayım geldi. Bizim sülale yaratıcı, arkadaşlarım yaratıcı, ben değilim.
4.9.09
stv'den canlı hac yayını:
2.9.09
böyle bıyığım olsun, akşam yemeğin benden.
Amerika'da başlayan herhangi bir diziyi Türkiye'deki ergenlerin elden ele yapmaya başlaması için gereken süre geçtiğinde My Name Is Earl, ülkemizin Acun dışındaki kolpacıları tarafından çoktan keşfedilmiş ve Stv'nin reyting rekorları kıran yapıtları arasında yerini almıştı. Bundandır ki Cnbc-e'nin doğaüstü çabaları dışında diziye elim bir türlü gitmiyor, yoksa çok şükür Amerika'dan yollanan boku bile bakmadan yiyecek kıvamdayız (inanmıyorum cüneyt burda bize dokunduruyor). Son günlerde başkaları için ilan ettiğim seferberliklerin, sahurdaki gergin ortamı yumuşatma çabamın, gözleri kapalı yemek yiyen kardeşimin çayının şekerini kendim azaltıp (aza(l)tıp şeklindeki kelime oyunu hakkımdan da feragat ettim gitti.) koyarak ona 2kere iyilik yapışımın karma farkına varmış olacak ki benden iyi haberlerini esirgemiyor. Duyanlar duymayanlara anlatmasın, olacağına varınca ben zaten yedi cihandan lafını esirgemeyecek bir insanım.
31.8.09
susan loser olabilir, edie de insan değil ona bakarsan.
Robin Williams’ın bana daha hayattayken miras bıraktığı sağ el serçe parmağımdaki tik, tikleriyle ünlü kardeşime bile rahatsız edici gelmeye başladı. Post ergenlik oyunlarından biri olarak kaderin iktisat ve işletme öğrencilerine oynadığı vaka çalışması, benim gibi evinde bilumum türlerini tecrübe edenler için ısınma hareketlerine tekabül eder. Yaşlandıkça çocuklaşmaktan anladığım huysuzlanmaktır, oysa son günlerde evlatlık edinilmeye çalışan babaannem ve dedemin yürek burkan öyküsüne tanık oluyorum. Yaşlılara saygıdan veyahut yüksek sesle izlenen bir kanalın tekelindeki televizyondan olsa gerek günlerdir oturma odasına hasrettim. Öyle ki bugün “hala da türkiye’nin önde gelen müsamere kızlarından” olduğunu söyleyebilen dadaist mi dadaist bir arkadaşıma kitap ve dergi okumak için veda ederken kendimi cnbc-e’de desperate houseviwes izlerken buldum. Pişman değilim, bi daha olsa bi daha yaparım. Bu satıra kadar yazarken istedim ki her cümlede bir problem olsun ve ben 20yaşına geldiğim halde peşimi bırakmayan sivilcelerimi bu dur durak bilmeyen gerilime bağlayayım, ama olmadı. İstemsiz yaptığı jestlerle tanınmasına ramak kalmış biri olarak bugün bilinçsizce bir mini anket yaptığımı farkettim. Sonuçsa vahim: Bu sene davulcuların performansından memnun olanımız yok (davulcu eşlerini ve çocuklarını tenzih ediyoruz). Meselenin ciddiyetiniyse uzaklardaki örneklerde aramayın, bir arkadaşım “Seneye ihaleye ben de gireceğim.” diye espriyi patlattı. Yazar dediğin aforizması olan adamsa buyrun: Az konuşacaksan çok düşüneceksin arkadaşım.
30.8.09
özgün'ün de dediği üzre; here we go
Çakralarımı en son açtığımda lisedeydik. Seninse esra cengiz tavırların mistik bir gücün en büyük habercileriydiler. Fiillere eklediğim üçüncü çoğul ekleri dahi sana değil de güce olan aşkımın en büyük indikatörü kimilerince. Babamdan aldığım bu “en”li öğeleri diğerlerinden değerli belleme hastalığım başıma büyük belalar açabilir ilerde. Henüz hayatımın karmaşıklık bağlamında başka birçoğuyla yarışamayacağını düşünürsek “en”li herhangi bir şeyin sadece x ekseni değerinin bana keyif veriyor olması doğal. Yeni insanlarla bağıra bağıra tanışmak dışında ekosisteme çok da bir şey katmadığını düşünürsek y’deki eksiler için kaygılanma işini sana bırakmak en güzeli. “en sevmediğim huy”, “en sinir olduğum hareket” gibi babam menşeli cümleler kadar ileri gidemesem de henüz, modern reklamlardan kolpaladığım ve bir ömür üzerinden iddialarla hedefe ulaşan birkaç cümle kurabilirim gibime geliyor. Ve beni tanıyan her hangi bir insan, “cüneyt normalde de böyle konuşuyor ki.” diyebilir en azından. Çok fazla soru işareti kullanmamamı bilogun takipçileri konusundaki kaygılarıma bağlayanlar olacaktır, bense cevabından emin olduğum şeyleri sormamanın kutsallığına inanmakla yetiniyorum. Yarışmanın soru-cevap kısmını geçeli çok oldu, üzgünüm.
Çarpıcı sonları sevmeyenemiz yoktur, kendimde de bu hakkı görüyorum: Ense uzatmadığım risk alamayacağım anlamına gelmez.
30AĞUSTOSZAFERBAYRAMI
29.8.09
Übergeben bochum markt
Yaklaşık 10gün sonra Ankara’ya gidecek olmam, biloga şöyle uzaktan bakan birinin bile rahatlıkla farkedeceği üzre, benim için üzücü bir gelişme. Öte yandan, ramazan ayı itibariyle artık yattığı yerden dahi yorulabilen birine dönüştüğümü düşünürsek yaşananlar bana müstahak. Pişkinliğimden veyahut son günlerdeki gelişmelerden olsa gerek, ben hala “Fransızca da en az İspanyonca kadar alınası bir ders.” kafasındayım. Erasmus listemden çok önceden sildiğim İtalya’yı, sırf Ronaldinho bir maç iyi oynadı diye tekrar listeye alacak kadar da gaz değilim, üzgünüm. Bu tarafından bakınca diğer her şeyde olduğu gibi Ankara’ya gitmekte de bir hayır var. Hatta ve hatta, dönemin trendlerinden biri olduğunu farkettiğim grubun geri kalanını “siz var ya..” şeklindeki eleştirilere boğma alışkanlığını edineceğim daha iyi bir yer de düşünemiyorum. Usain Bolt’tan tezi yok, bense kalkmış havayolu taşımacılığına bel bağlıyorum. 08.09 tarihli, H92136 sefer sayılı uçak olur da kaybolursa benim için de üzülün. Hatta benden nefret edenler varsa ertesi gün sokaklara "Asıl bu bün İzmir'in kurtulduğu gündür." şeklinde pankartlarla dökülsünler. Sükse yapmadan gidecek değilim.
25.8.09
“Püsküğütlü puding” *
Ankara’nın bana kattıkları listesinin ilk ve tek gerçeği olan “Çünkü solda yürek var.” mottosu “Sağ sünnettir.”le birleşince ortaya benim gibi bir insan çıkıyor. Bir arada kalmışlık sohbetidir almış gidiyor, farkındayım. Ramazan ayı vesilesiyle artan manevi içerikli yazı talebine bir cevap olması amacıyla sağ tarafa dönük yattığımı söyleyebilirim. Diğer taraftan bakınca ben bunu aslen solda yürek olduğu için de yapıyor olabilirim. Son dönemde mottoların peşi sıra fazlaca koşturmuş olacağım ki bugün itibariyle sağ kolumda müthiş bir acı var. İstesem yazmamamı ona bağlayabilirdim ama yapmıyorum (çünkü solda yürek var, yıhyıh). Madem itiraf.com müşterilerini buraya nasıl çekeriz diye uğraşıyoruz, şunu da diyeyim: Spor bilogu yazmak gibi bir derdim yok, zira artık mail adresi olsa babamın bile yapacağı bir şeyden bahsediyoruz. Kendilerini “gugılkıromun beta sürümü çok kullanışlı”cılar şeklinde kategorize ettiğim için teknoloji bilogu da yazmak istemezdim. Ama günlerimize ve gecelerimize damgasını vuran mızıka sesinden aldığım gazla müzik bilogu sektörüne çarpıcı bir giriş yapayım isterdim. Lakin her görenin “Piyano çalıyor musun?” şeklinde çıkıştığı bu güzel eller, en tırt bir enstrümanda dahi güzel durmuyor heyhat! Spor, teknoloji veyahut müzik bilogçuluğu olsa olsa ukte olur yani, geri kalan her yerde cüneyt.
*pardon, “püsküğütlü pasta”ymış.
23.8.09
uçan halı
- Perşembe akşamı Galatasaray'ın maçını ilçenin en nezih kahvelerinden birinde izlerken gözüme protokol tribününde Adnan Polat'ın sağında (ona göre) Bilkent'te aynı sınıfta derse girdiğim bir kız ilişti. Ben kombineli müşterileriyle ünlü bir kahvede sigarasız hava sahasında izlerken maçı, o protokolün en ön sırasındaydı. Buna eğitimde fırsat eşitliği deniyor bilmeyenleriniz için.
- Çocukkenki en yakın arkadaşımın çaldığını iddia ettiği bir enstrüman vardı. "Adamsın Sipsi." şeklindeki ünlemi duyduğumda herkesten farklı bir şekilde tüylerim ürpermişti. O arkadaşımın enstrümanının adı sipsiydi. Ondandır dediler.
- Annem ne kadar aksini iddia etse de telefon konuşmalarını gereksiz buluyorum. Jestti, mimikti, gözlerinin içine bakmaktı, o tarz triplerde de değilim. Cümleler üst üste binmesin yeter. Ben konuşurken herkes sussun.
- Müzik ruhun gıdasıysa eğer ben takas yoluyla geçimini sağlayan bir kimseyim. Hemen yan bahçedeyse Sakin ne ekerse onu biçiyor. Princess Sheherazade'a kadar geldik, para icat edilsin diye bekliyoruz artık.
21.8.09
yoğun istek üzerine
Laylaylom mimlemiş (yani sanıyorum ki orada cüneyt diye bahsedilen kişi benim). Saçma bulmadığım bir mim olduğundan (kaldı ki kendisine de bu yakışırdı) ve güncelliğin muhafazası hususunda yardımı dokunacağından gönül rahatlığıyla cevaplıyorum.
Hangi şehirde yaşıyorsun?
Bi bu soruyu bir de “eğitim durumunuz” sorusunu öpüyorum. 9ay Ankara’dayım, 3ay İzmir’de. Nereye ait hissettiğimiyse hiç karıştırmayalım.
Mesleğin?
Öğrenci.
Blog yazmaya başlama kararını nasıl aldın?
Okşan’ın bilogunu bulduktu oda arkadaşımla (eski bilogunu elbette). Onun bilogunu görüp de özenmeyecek insan tanımıyorum.
Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
Biloga sorarsak 11ay olmuş, benim içinse Sezen Aksu Konseri’nden sonrası var.
Bloğunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?
Çok sıklıkla ziyaret ederim. Sanal bebeğe de bağlanmış idim böyle (onu gece kalkıp beslemek noktasında sorun yaşıyordum). Ondan sonra bilog gelir benim için.
PC açıldığında bloğunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?
3 diyebilirim. Niye diyemeyeyim.
Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu?
Hee birinde gördüğüm bir ruja heveslenip aldımdı. Öyle bir şey sanmıyorum ki olsun.
Bloğunda hangi konularda yazmak seni mutlu eder?
Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olaylar.
Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
Öncelikle tadından yenmez bir üslubu olsun bir kere. Sonralıkla bağlaç olan –de ile olmayan –de arasındaki ince çizgiye çok dikkat etsin. Yazı uzunluğu falan hiç mühim değil, ben uzun yazmıyor diye bilogcuya atar yapmış bir kimseyim.
Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Bu soruyu suistimal edebilecekkene etmiyorum.
Blog arkadaşlarınla buluşma, bir araya gelme fikrine ne dersin?
Her buluştuğum bilogçuyla beraber bilog açacaksam olmaz. Hehe. Şaka lan ouyeeman. Bence çok iyice bir fikir bu, kim düşündüyse çok yaşasın. Bu güne kadar tanıştığım bütün bilogçulardan çok mu çok memnunum.
Bu soruları kim(ler) cevaplasın?
18.8.09
kırmızılım
Bir mahalledeki düğün hazırlıkları nasıl o mahalleyi dünyanın en güzel mahallesi yapıyorsa aynı mahalledeki düğün bitimi o derece üzücüdür benim nazarımda. Çok burkuluyorum bu tür manzaralarda, hatta bazen düğün sahiplerini karşıma alıp “Biz bütün mahallecek tanımadığımız birinin düğününde 3saat kadar oynuyoruz. Sonra siz hiçbir şey yokmuş gibi her şeyi topluyor, arkanızı dönüp gidiyorsunuz. Bu kadar kolay mı yaa?” şeklinde en az Atilla Taş’ın canlı yayında yaptığı kadar dramatik bir şekilde çıkışmak istiyorum. Atilla Taş ve düğün demişken müstakbel eşimi de şimdiden uyarmak isterim. Ben evliliği boyunca en güzel anların içine Atilla Taş’ın Kırmızılım (kendisine jestimi de yaparım) şarkısı aracılığıyla edebilecek bir insanım. Uyarmadı demeyin. Anlayana sivri sinek müessesemizden.
15.8.09
besleme
Mutfağa gidince annemin dizinin dibinde duran ve birazdan dolmalara kapak olacak bir tabak dolusu şirin mi şirin domates gözüme ilişti. Çok değil birkaç gün önce arkadaşlarla hazırladığımız kahvaltıda gündeme bomba gibi düşen ve şimdi tekrar canlanan “çok domatesin kısır yaptığı” kulaktan dogması bir an için beni gerdiyse de nefsime hakim olamadım. “Anne çok tatlı duruyorlar o kapak niyetine kestiğin domatesler ;))))” diye ünledim (evde smiley konusunda çok bonkörümdür). Güya böylelikle annem her zaman yaptığı gibi “Al ye oğluşum, ben yenisini keserim.” diyecekti (benim annem hiç oğluşum demez). Oysa başladı kapaksız dolma yapan komşularla ilgili bir yaşanmışlığını (anıdan daha duygusal, kabul edelim) benimle paylaşmaya. Sonra ortalıkta bir değil iki tencere olduğunu farkettim, çıkışacak oldum, benden önce davrandı. “Size ayrı tencerede yapıyorum.” dedi. Son günlerde çokça gündeme geliyor henüz çocuk sayılabileceğim ihtimali, ona bağladım hemen, “Vayt be, su içerken canımıza okuduğunuz yetmezmiş gibi.” dedim, içerden küçük kardeşimin “Piiiy!” dediğini duyacak oldum (valla ben öğretmedim) ki annem “Yok oğlum ondan değil. Deden etsiz yemiyor, siz de etli yemiyorsunuz.” dedi (dedem ve babaannem bizde). Dedemlere zamana meydan okuyan sebeplerden ötürü atarlıyım zaten ama böyle artık klişeleşmiş sebeplerle de çıkışayım istemiyorum, dolma mevzuu iyi fırsattı yani. “Ne demekmiş o yaa? Nasıl etsiz yemezmiş? Gerçi ben de etli yemiyorum, 'neresinden bakarsan insan işte' annecim :s” şeklinde içinde alıntıları olan, atarlı desen atarlı değil bir cümle kurdum (bu arada farkettinse bugün bizim evde smileyleri anma ve kullanma günü). Kendi kendime cevap verdiğim için de mutfaktan çıktım haliyle, annem konuşmaya devam etti ama sonuçta anneler her şeye bi şey söylerler. Bir buçuk saat önce falan annemle markete gideceğim konusunda konsensusa varmıştık. Giderkene kuzenime uğradım, 24yaşında bir kadının kahve yapamayışına tanık oldum (çocuk görülme olayında gereksiz geriliyormuşum). Sonra yolda yürürken babamın “en sevmediğim şey” konseptinin kökünü taa “Hayatta en hakiki mürşittir.”lere kadar bağlayayazdım. “Ben bunu biloga yazarım”a geldi konu, “E hacı sen de hiç sosyal mesaj vermiyorsun ama ayıp oluyo yani!” diye çıkışacak oldum, “Hop!” dedi biri, “Yukarda dolma mevzunda kendi kendini göt ederek empati tarihinde emsali görülmemiş bir şeye imza atan sen değil misin?” diye de ekleyecek oldu, ses etmedim.
Cüneyt Hangi Adanalı Dizisi Karakterisin? testini çözdü.
11.8.09
bereket
3G
İnsanlara onları özlemediğini söyleyemiyorsun. Ama onlar “Özledim lan seni!” dediklerinde “Ben de!” demeden de rehin alınan isnanlığını geri alamıyorsun. Bazı insanlar iyi olmak için askerliği seçerler, bense dünü seçtim. Hiç görüşmedeğim kalabalık bir akraba grubunun orta yerine gittim, annem ve babam orada olmadığı halde, oturdum. Onlarla konuştum, çoğu kimseye yapmadığımı yapıp dertlerimi anlattım. Onların bazılarının benim sorunlarımı aslında alakası olmadığı halde 9ay Ankara’da okumama bağlamalarına tahammül ettim. Askerlikle iyileşen bazı insanları bu yüzden seviyorum, sabırlı oluyorlar. Ben de dün ne kadar iyileşsem de sabırlı birine dönüşemedim henüz. İyi demişken geçende 4arkadaş takılırken 3ün 4ten yeğ olduğunu threesome gibi yabancı uyruklu sözcüklerle açıklamaya kalktımdı. Hala da düşüncemin arkasındayım, zaten ne kadar ciddi olduğumu 4kişiyken 3kişiyi savunarak göstermiştim aslında. Bu gün de Bornova’ya gidiyoruz, aslen hediye için diye çıkıyoruz ama benim amacım propaganda. Böyle de diyorum da zaten bilogu bilen arkadaşlarım sürekli “Kime giydirdin?” diye taciz ediyorlar, bunlara kimbilir neler diyecekler. Bazen “Adımla bilog yazdığım için bunları okuyacak Unilever falan beni işe almaz mı acaba?” diye de evham yapmadan edemiyorum. Ne kadar umrumda olduğuysa ortada. Tanıdığım bazı insanların aksine ben “Bir şirkete Ceo olayım.” kafasında değilim. Onları ortaokulda yapıyorduk.
9.8.09
vınn
A evde oturduğu 10dakikaya lanet okuyan bir tipti, B’ye “Kalk, gidelim.” dedi. B gerildi, “Yok öyle deme. Gideceksek bile öyle deme. Esnafken kalk gidelim olmasın derdik. Geriliyorum.” dedi. A’nın her lafa olmasa da bazısına cevabı vardı, “Indira Gandhi konusunda da aynı hassasiyeti bekleriz senden.” dedi. Söylenecek söz vardı, söylenmeyecek söz vardı. Zaten B, o sabah temiz bir bel ağrısıyla uyanmıştı, bi de baş ağrısına hiç gelemezdi. B, A bir açığını bulunca çok sinirlenmiş olmalıydı ki o gazla A’nın bencilliğinden dem vurası geldi. Daha önce kafasında kurduğu ve genellikle tek çocuk olmasının etrafında şekillendirdiği bir açıklaması vardı. Sonra “Bütün arkadaşlıklar bizimki kadar gerilimli mi acaba?” gibisinden bir şeyler sorayazdı B. Sorayazdı, çünkü aslen A’nın buna bir cevap vermesini istemiyordu. Başka planları vardı. Bencillikse o da bencil olabilirdi. Hatta o an karar verdi, bundan sonra çok bencil davranacaktı. Oysa görmezden geldiği bir şey vardı; şöyle ki o güne kadar bencil olayım diye kastığı her durumda iyice içine etmiş, bir türlü ayarını tutturamamıştı. Hatta “Bencillik öğrenilebilir bir davranış değildir.” gibisinden geyiklere kendi içinde giriştiği bile olmuştu. A da uzun bir zamandır suskundu, öykü bu haliyle Cüneyt Arkın’a sırayla girişen adamların durumundan farksızdı, eşzamanlı bir gelişmeye ikisinde de yer yoktu . Herneyse, hemen gaza gelenler olabilir; sakin olalım. A’nın konuşmadığı, yazmadığı anlamına gelmezdi tabi! O sırada A, hoşlanmasam da herhangi bir kızla geçirilen vakit güzeldir felsefesinin bundaki payı çok büyüktü, eski sevgilisi kadar olmasa da güzel bir kıza avea aracılığıyla yazıyordu. B ise kendi çapında prensipleri olan bir adamdı. Birkaç espri düşündü, onlardan da bir halt çıkmadı. Neyse ki C tam zamanında gelip “Kalk, biraz bilgisayarda ben takılayım.” dedi. B de “Kolpa olduğumu düşünen olursa bir link var, onu atarım isterse.” diyeyazarak kalktı, bir şey yapayazdıysa ona cevap beklemediğini söylememize artık gerek yoktu. Çok da umrumdaydı.
3.8.09
canısı.
Nisan ayı gibi tanışmışız, okulun 2.döneminin sonlarına denk geliyor. Kendimi suçlamıyorum çünkü o çok fazla kamera önünde olmamayı tercih eden tiplerden olur ünlü olsa, biliyorum. Kızıl saçları, koyu renkli elbiseleri ve converse ayakkabılarıyla kafamda belirli bir imaja tekabül ediyor çok şükür. Çok şükür diyorum çünkü bu güya işimi kolaylaştırıyor, ne yapacağımı az çok biliyorum böylelikle. Ders Cuma günü, bense Uykusuz’u perşembeden alan biriyim o sıralar. Şimdiyse Cuma çıkışında almayı yeğliyorum, o ayrı postun konusu. Perşembeden alıyorum ama çantamın en güvenli yerine koyup ertesi güne kadar yüzüne bakmıyorum derginin. Sonra ders arasında çıkarıp okumaya başlıyorum, VÖ sever diye biraz onu okuyorum, bazı bazı altını çiziyorum bir şeylerin. Sonra Umut Sarıkaya’ya geçiyorum, ona yüksek sesle gülüyorum, çünkü o da kesinlikle bir kesime hitap ediyor kanaatindeyim. Ara ara onu kesiyorum ama yüzünün statikliği gram kırmıyor hevesimi, sonuçta ben buna bir süreç olarak bakıyorum. Sonra Fırat’ı açıyorum, çok komik olmasa bile garantilemek için “Fırat yaa!” diyorum ehuehueli gülüşümün orta yerinde.
Birgün derse gitmiyorum, aslen üzülüyorum çünkü zaten sayılı gün kalmış şunun şurasında. Sonra her şeyde bi hayır olduğu geliyor aklıma, ayrı yazılması gerektiğine ek olarak. Bunu Facebook’ta ekliyorum, ismini ve okul numarasını zaten hoca derste yoklama alırken defterime yazmışım. Eklerken de kendimce şirin olduğunu düşündüğüm bir mesaj yazıyorum, bir sonraki dersteki quizi bahane ederek. Kabul edince bütün resimlerini bir bir ezberliyorum Facebook’ta, infosunda Msn adresini görüyorum, Google’a soruyorum ve Msn adresindeki harflerin bir düzene göre dizilmediğini farkediyorum. Benimkinin adım ve soyadımın bi kombinasyonu olduğunu hatırlayınca birimizden biri diğerine fazla diye aklımdan geçiriyorum. Her zaman elinden geleni ardına koymayan egom, bu sefer kafasını kabuğunun içine alıp bir kez daha ona bir peri bir prenses muamelesi yapıyor. Oda arkadaşıma soruyorum, biraz bekle diyor. Onun söylediği kadar beklemiyorum ama en az 1 gün sabredip Msn’ini de ekliyorum. Yine dersi bahane ediyorum, o sıralar kafam çok çalışmıyor ne yapayım?
Msn’de çok sık online olan biri değil benim aksime. Üzülüyorum ama bu bile çok etkiliyor beni. Ben de ya olursa ümidiyle bütün bildiğim esprileri yapıyorum iletimde, “karaciğer gecikir belki hiç pişmez” gibi kelime oyunlarına girişiyorum Yiğit Özgür sevme ihtimaline binaen. Önüme gelene giydiriyorum, çünkü çaresizim. Oysa çok nadir online oluyor, onda da yanında away yazıyor. Ben bunu umursamadan başlıyorum yazmaya. Yine şirin cümlelerimi diziyorum bir bir, neden Msn’de eklediğimden, irregular öğrenci olmanın kötü taraflarından, bu yüzden onun ne kadar şanslı bir insan olduğundan bahsediyorum. O “hıhı, evet” yazıyorsa ben adeta Safahat’tan bir şiir çekip çıkarıyorum. Şiir gibi bir insan görüntüsü çizeyim istiyorum. Arada alakasız şeyler de söylüyorum ki “yaa bak ne düşünmüş” desin, çok kompleks çalışan beynimin kıvrımları onu büyülesin. Ama en çok onla ilgili cümleler kurmaya özen gösteriyorum, biliyorum ki bu insanın hoşuna gidiyor. “Bugün sınıfta söylediğin şeyde çok haklıydın yaa” gibi yancı yancı konuşuyorum. Buysa görüşürüz bile demeden offline oluyor bazen, olsun diyorum, şiirlere şarkılara sarılıyorum. Hatta bazen ben offline görünürkene bunu online yakalıyorum, hemencecik online oluyorum, 1dakika ya geçiyor ya geçmiyor, bizimkisi arazi. Ben aslanmışım da bu da geyikmiş gibi sanki, böylelikle blogun headerının da bir hikayesi olmuş oluyor.
Sonra dönem bitiyor, ben de ümidi kesiyorum haliyle. Kendi kaybeder diyorum, arkadaşlarıma soruyorum. Onlar da öyle diyorlar.
Sonra Facebook’ta sürekli yolladığı bir davet dikkatimi çekiyor. Aslında atarlıyım kendisine ama kıyamıyorum da. Araştırıyorum biraz, araştırıyorum dediğim de Google. Ama Google’dan bakılıp öğrenilemeyecek birşey yok zaten şu dünyada. Ben yine de onu ilk online yakaladığım yerde soruyorum. Hoşuna gidiyor, “Felsefeye ilgili misindir?” diye soruyor. “Söylenecek söz mü bu?” diye soruyla cevap veriyorum. Art arda 2 sorusuna böyle yapıyorum, çünkü bilinçaltında bunu yapınca “Bana felsefe yapma!” tepkisi gelecek diye bir şey oluşmuş vaktiyle, “E bu da zaten ilgileneyim istediğine göre.” diye düşünüyorum. Nasıl becerdiysem konuyu paraya ne kadar önem vermediğime, bu dünyaya bir şeyler katayım da gerisinin yalan olduğuna, bu yüzden de iktisat okumayı bazen saçma bulduğuma getiriyorum. Hiç kurmadığı kadar uzun cümleler kuruyor, “Yaa evet. Ben de çok düşündüm onu.” diyor, “Yerim.” diyorum. Boş durur muyum, “Boğaziçi bu yüzden ukde bende.” diyorum, “Bende de.” diyor. “Odtü’ye neden gitmedin peki?” diyor, “E eğitimi.” diyorum, “Ben dee.” diyor. Anlatım bozukluklarını hiç bu kadar görmezden gelmiyorum. Sonra böyle anlatmakla olmayacağını, gidip yerinde görmemin en güzeli olduğunu, beni derslere götürebileceğini söylüyor. Ağırdan satacak halim yok, kabul ediyorum hemen. Hinliğimi de yapıyorum. “Ben toyum. Elimden tutmanız lazım.” diyorum, “Tutarız. Öle bi tutarız ki hem de.” diyor, işkilleniyorum. Sizli bizli konuşmayı bıraksak diyorum içimden.
Okul açılır açılmaz görüşmek üzere ayrılıyoruz. Ankara’ya gitmeyi aslen hiç istemiyorum o güne kadar. O günse İzmir’den sıkılıyorum. Kelime oyunları falan geride kalan şeyler hep diye düşünüyorum, ama Msn iletime ismiyle oynayıp “canısı” yazmadan da edemiyorum. O anlamasa da anlayan anlıyor.
Pegasus’a girip uçak biletlerine bakıyorum.
hakettiği değeri göremeyenler:
1.8.09
hardcore rakçı repliğim yok
valla 4yıldır dersaneye gönderiyoruz;
31.7.09
sevdiğiniz insanların en komik anları:
"WHEN they’re not samba dancing and scoring outrageous free-kicks, Brazilian footballers love nothing more than to show off their trouser snakes on webcams. Nothing like discretion, then.
Ronaldinho (pictured), Man City’s Elano and AC Milan’s Alex Pato are among those who have been caught getting naked online. "
Bi yerden haber alıp yapıştırmanın neresi güzel demeyin, ölüyorum gülmekten. İşte Elano transferinin de en çok burasını seviyorum. Burası derken getirdiği skandallar. SÇS Sporx
30.7.09
dilemma
29.7.09
kor değil abicim o; köz.
28.7.09
moral vermeye gittim, gelicem.
25.7.09
"kontrolsüz kız, kız değildir."
Dün gece izlediğim Jeux d’enfants filmi için “Ayy çok romantik çiftler yaa!”, “Off niye gitti salak?” gibi aman aman açıklamalar yapamayacağım malesef. Sonuçta 3 sap (deniz, soner, cüneyt) oturduk, romantik komedi izledik. Sinema salonlarında, öğrenci evlerinde, bu filmin önkoşulu olan çift olma durumunu sağlamıyorduk, haliyle de çok daha farklı bir süreç yaşadık. Bu yüzden kendimde çok fazla söz söyleme hakkı göremiyorum, ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Film bittiğinde içimde kocaman karanlık birşey oluşmuştu. Bazı şeyler yapıyor bunu bana. Orijinal bir çift olabilir, ama ben 2 kişiden ibaret ilişkilere karşıyım (threesome gibi iğrençleşmeyin), yoksa hayat mı demeliyim. Bana bencilce geliyor, bilemiycem. Bu yüzden bugün izlediğimiz Ice Age 3 iyi mi iyi geldi. Öte yandan 3D sinemaların kötü yanı birbirini dürtüp ekrandakini yakalayacakmışçasına öne atılan insanlar. İlk başlarda herkeste oluyor bu evet; ama ben bir zamanlar yaptım, sonra da pişman oldum, yapılmaması gerektiğini farkettim. Neden her insan teker teker bu hissi tecrübe etmek zorunda ki? Sonuçta bilim denen şey üst üste koya koya gidiyor değil mi? Bunu da öyle bakalım bence. Lütfen. Yarından itibaren salonlar kalifiye 3D seyircileriyle dolsun. Lütfen. SÇS
diktatör ilen turta
24.7.09
denge
23.7.09
martin ne der bilinmez
21.7.09
20.7.09
bebek kafası
Birimiz onca yorgunluğun ardından nihayet cumartesi sabahı İzmir'e döndü. Bavulunda daha fazla eşyası, kafasında daha fazla düşüncesi vardı. Sonuçta Boğaziçi’ne daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı. O gün interneti epey bi kurcaladı, yatay geçiş için tüm şartları sağladığını farketti. Boğaziçi her sene 2kişiyi alıyordu, bunlardan 1i neden o olmasındı. Sonra annesine baktı; babası, kardeşleri falan da hemen kareye daldılar. 3yıl sonra mezun olsa güzel olacağını farketti. Halbuse o Boğaziçi’ne geçerse bu ona en az 1yıla daha patlayabilirdi. Sonra ailesi de bu kararının arkasında durabileceklerini sanmadığını belirtti.
Birimiz genelde hayal kuran, ama çoğunu gerçeğe dönüştüremeyen biriydi. Komik olan da bu hayallerini yazarak ilerde her birini gerçekleştiremeyeşine ayrı ayrı pişman olacağını garantiye almak istemesiydi. Birimiz üzgündü, çünkü çok fazla risk alabileceği şartları yoktu. Başka insanların yerinde olmayı istediği pek olmazdı, ama bazen bazı arkadaşları kadar risk alabilecek fiziksel ve ruhsal koşulları olsun isterdi. Bu o anlardan biriydi. Sonraysa “Her şeyde bir hayır vardır.”a sarıldı. “Okulun mizah kulübüne de giderim, sonra heykel dersi de varmış. Hiç olmadı işletmeye geçerim.” gibi alternatif çözümlerde soluğu aldı.
Bu konu üzerinde daha fazla duramazdı; nihayetinde ondan teklif bekleyen bir otel, incelemesi gereken onca site, okuması gereken yığınla kitap, gelişmeleri yazması gereken bir mail grubu, izlemesi gereken filmler, cevaplaması gereken yığınla kandil mesajı vardı.
Bütün bunlar olurkeneyse diğerimiz, bir yere fazla basamadığı bir ayağına bir de herşeye rağmen sapasağlam olan diğer ayağına bakıyor, bir yandan da south park’ın çevrelediği bardağında bilmemkaçıncı yeşil çayını yudumluyordu. Benim hikayemde birimiz bendim, diğerimiz did. Onunkindeyse vaysavörsa.
18.7.09
rap gibi olmamış mı?
fahiş fiyatlı bedenlerde
o tatlı dilin, güler yüzün
15.7.09
blogdan erkek kaldırmak*
sçs
10.7.09
*
Gülümse
Firuze
Yanmışım Sönmüşüm Ben
İkili Delilik
Yaz
Pardon
Sen Ağlama
Geri Dön
Git
Beni Unutma
Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam
Değer mi?
Hadi Bakalım
1980
Kibir
Çakkıdı
Gidemem
Kavaklar
Kahpe Kader
Limon Çiçekleri
Dansöz Dünya
İstanbul İstanbul Olalı
Onu Alma Beni Al
Rakkas
Arkadaş
5.7.09
büyük buluşma
4.7.09
Tarihte bugün;
3.7.09
kardeşim, senin için söyledim*
En son Beyonce dinlediğimde Jennifer Lopez’e çok tavdım. Bugün yeni albüm çıkardığını gördüm, ona, o sesine yine tav oldum. Az önce de kendimi Beyonce dinlerken buldum. Ha yeri gelmişken de söyleyeyim, 20yıl falandır şu dünyadayım, bir kez olsun Britney’ye sempati duymadım, duyamadım.
Aslen 2gün öncesi itibariyle küçük kardeşimin mahalle takımına nispeten daha profesyonel bir futbol takımına başlayışını ilan etmeyi planlıyordum. Bundan önceki belediye başkanımızın tutaklanmadan önce bize yaptığı kıyaklardan biri de evimize nazır bi stadı hizmete açmaktı. Bu da ilçe takımımızın buraya taşınması gibi kaçınılmaz bir sonucu beraberinde getiriyordu. Herneyse. Çocuk 2maçta 2gol attı. Boru değil. Ve attığı goller takımının tek golleri. Bi de böyle düşünün. Bu yazıyı da aslen onun için yazacaktım ki ilerde çok büyük bi futbolcu olduğunda bu yazıyı bi yerlerden çıkarıp okutabilelim ona. Ben hadi abisiyim, zaten doğuştan primliyim(onun doğuşu), ama size de bir güzellik yapayım istedim. Bakın söylüyorum, Türk futbolunun İbrahimovic’i geliyor. Bu ismi aklınızda tutun: Barış.
Şuraya getiyorum, birazcık zeki olan okur “neden bu adam 2gün önce bunu yazmadı acaba?” diye en azından kendine bi sorar. Bi uyarıyla başlamak istiyorum: 3çocuk doğurmayın. İlkin çok değilmiş gibi geliyor ama 3, 3, 3 derken gidiyor bu. Mesela biz üç kardeşiz. Bugün hepimiz de çocuk sahibi olabilmek için gerekli olan bütün koşulları sağlıyor olsak ve 3er çocuk sahibi olsak. 9insan demek bu arkadaşlar ve annem ile babamın birer Mardinli olarak bana ilk öğrettikleri şey bu 9insandan birinin burnunun kanamasında tansiyonumun çok yükselmesi veya kalbimin teklemesi gerektiği (biri birinin sonucu olabilir, bilemiycem.). Nereye bağlıyorum; işte tam yazacağım gece kuzenimin dükkanında klimadan ufak bi yangından çıkmış, bundan malları kurtarayım derken ayağını sakatlamış. Bunun haberi bizim eve telefon aracılığıyla takdir edersiniz ki böyle gelmiyor, transfer piyasası gibi bir sülalem var. Telefonda sadece çığlıklar duyan annem de aynı çığlıkla kalabalığın içine karışıyor ve bana da birşey bilmeden yıkılmak düşüyor. Öte yandan bu kuzenimin iki kız kardeşinin yakın semtlerde yaşadığını ve ikisinin de hamile olduğunu ve hatta birinin düşük tehlikesiyle hastanede yattığını, bu sırada Mardin’de ikamet eden teyzemin ve ona ek olarak babamın yüksek tansiyonunun olduğunu, aynı zamanda babamın kuzenimin hem eniştesi hem de amcası olduğunu belirtmek isterim. Sonra yazmayınca yazmadı oluyor.
2.7.09
sevelim, sevdirelim:
29.6.09
bunu yazıyı lütfen okumayın. celalle benim aramda.
Daha geçende senden ” ergenlik öncesi dönemime damgasını vuran adam” diye bahsediyordum. Yanılmışım. Aslında sen ondan çok daha fazlasıymışsın. Aslına bakarsan sen halen daha hayatımda eksikliğinden mütevellit aşamadığım bazı şeyler olan insanmışsın. Nasıl mı? Anlatayım.
Biz daha çok küçükkene, doğumda senin göbek bağının mahallenin geri kalanına splitter ile bağlı olmuş olmasından mütevellit olsa gerek, mahallenin tüm çocukları hababam peşinden koşardı senin. Sen bir guruydun onlar için adeta. İki dudağının arasına o dönem Hamdi Alkan’a bile bakmadığı kadar dikkatli bakıyordu onca çocuk. Sen aşağı inince ne istersen o oynanırdı, önceden bilinen bi oyunsa bile kuralları bir kez de senden dinlenirdi, dinlense iyi olurdu. İstop’ta renklerin tasdiki gibi zor bir görev de senin omuzlarındaydı. Sen büyüklerle top oynardın, 3-4 yaş geriden izlediğin halde mahalle takımına çağırılırdın, sen taa o zamandan futbola yazdırılmıştın. Yöresel oyunların hemen hepsinde birinciydin. Öte yandan bilye gibi annene iş çıkaracak oyunlara hiç girişmezdin. Simit’te en az sana vurulurdu, doğrusu sana vurulumazdı, gizli bir kalkanın vardı adeta. Birler basamağının gelmiş geçmiş en büyük primini yaptığı kart oyunlarında sen hep yutan elemandın. Senin destelerini ablan getirirdi; 5li, 10lu, 15li olarak kümelenmiş destelerin olurdu. Tasoların hep yepyeniydi, Pikachu ilk sana çıkmıştı (Aslen burada ünlem var). Okullarımız aynı olmadığı için çok bilgim olmazdı ama olasılıkla okulun en güzel kızı seninle çıkardı (Ki baktım, o kız evrimini tamamlayınca çok tırt bişey olmuş.). Törenlerde sunucu sen seçilirdin, şiirler sana okutulurdu. Elimde kesin bi veri olmadığı halde şundan eminim ki 23Nisanlarda ve 19Mayıslarda statta okulun bayrağı sana taşıttırılırdı. Kabul etmeliyiz ki Celal, sen özeldin, hatta belki de seçilmiştin.
Oysa bizim yıldızımız hiç barışmamıştı. Kavga gibi somut sebeplerden bağımsız olarak birbirimizi hiç sevmiyorduk (Aslında ben seni sevmiyordum, sen beni kaale almazdın.). Yıllarca mahalledeki en güzel aktiviteleri, belki nice dostlukları sırf bu yüzden ıskaladım ben. Sırf sen varsın diye kaç doğumgününe gelemedim, belki kaç mahalle maçında sağ beke çok yakıştırıldığım halde sırf senin gibi değerli bir ofansif orta saha oyuncusunu kaybetmemek için beni çağırmadılar. Bu ve bunun gibi bir sürü sebepten ötürü ilkokul, ortaokul ve lisede hep söz konusu arkadaşlarımı mahalledekilerden çok daha iyi lanse ettim, onları gönül bahçelerimin yanından ırmaklar süzülen evlerinde yaşattım. Belki de aslında çok mutsuzdum. Mahalledeki bütün bu içine kapanık, bu bohem imajım bu yüzden belki.
Öte yandan Celal, eğer bizim mahalledeki ilkokul, akşamüstleri üniversiteye dönüşmüyorsa geride kalan bir çoğu ve sen doğru düzgün bir üniversiteyi kazanamamıştınız (Her ne kadar babam “ben sana adam olamazsın demiştim” şeklinde mesajlı kısa öyküyü çok iyi bilse de). Senin domestik şanın öylece kalakalmıştı. Benimse isminin baş harfleri çok önceden bir komedyen tarafından fethedilen birinden beklenmeyecek kadar iyi bir repütasyonum vardı. Şanım alıp yürümüştü.
Ama olsundu Celal, Serdar Ortaç’ın sözlerini yazdığı bir şarkıda da geçtiği gibi “Yaşandı bitti, suç ve cezası”[Tamamı dinlediğinde aslen ne demek istediği umrumda değil (Serdar Ortaç’ın birşey demek istemesi?)]. Bunca yaşanandan sonra bütün o kalender insanlar gibi ben de “Olsun. Pişman değilim.” diyorum. Bak Celal, anlayacağın dilden konuşayım: tabiri caizse sen Gary Oak iken ben Ash Ketchum idim. Celal, bir gün gelecek ben elinden tutacağım sen düşünce. Aramızdaki soğukluk düzelmeyecek belki ama skor benim lehime dönmüş olacak. Sen hiç bir şey olmamış gibi arkanı dönüp gideceksin ama 70 milyon bilecek kimin ne olduğunu. Ben, bütün bu potanseyilinin farkındalığı yetim sayesinde, bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde selam vereceğim sana. Senden de aynı olgunluğu, aynı erdemliliği, aynı kadirşinaslığı bekliyorum. Son bi ricam var; seni bilemeyeceğim ama saçların hep böyle kalsın Celal.
Celal, Yusuf ve Çağlar. Her biri ayrı birer öykü. İç açıları toplamı 180 derece etmeyen bu üçgen bu gece önümden yürürken benimle karşılaşmaya niyetli oldukları belliydi. En yavaş halimin bile onların mevcut yürüyüşlerinden hızlı olduğu dikkate alınırsa onlarla karşılaşmamam imkansızdı (Yusuf'un yaylı diye tabir edilen yürüyüşü bu sorunda yok sayılmıştır). Neyseki az önce yanından geçtikleri merdivenlerden de bizim apartmanın önüne çıkılıyordu. Ve malesef onlara “Bir dahaki sefere!” diyerek el salladığımda onlar artık benim arkamdaydılar.