28.3.09

tatar ramazan

Tata, namı diğer dünyanın en ucuz arabası, bence insan fıtratına en uygun arabadır. hatta bence o bir arabadan çok daha ötesidir. dikkatli bakıldığında bir sürü nostaljik yanı bile bulunabilir.

  • Yani bakıyorum, radyo yokmuş, ipodunu kulağından çıkaranın bizden olmadığı bi toplumda olmayanına da bir shuffle almak düşüyor. mantıklı.
  • Sonra camları elle açılacakmış, çoluk çocuğun maskarası olduğu için o otomatik cam şeysi zaten bu dünyadaki hayatına mütemadiyen saydırıyordur zannımca.
  • Hava yastığı yokmuş. burda nostalji giriyor işin içine. biz ömrü çarpışan arabalarda direksiyona kafasını her vuruşuyla aynı sayıda dudağı patlamış bir neslin çocuklarıyız. bir kaç kez de tata patlatıversin. çok mu.
  • Artık yüzde bilmem kaçı plastikmiş. sıcak havalarda dişmacunu reklamlarındaki yumurtanın bir yanı gibi içine göçermiş. alnına soğuk suya bandığımız bezi koruz, ara ara alnındaki teri direksiyonun önündeki havluyla sileriz.

İki üç arkadaş bir olup alalım diyoruz. en azından yokuş yukarı çıkarır. boru değil.

27.3.09

kırık vals

  • Sadece kendisiyle ilgili bir iddiayla karşısına çıktığımda tarafından değerli muamelesi gördüğüm insanları bu konuda suçlamakla suçu kendimde aramak arasındaki ince çizgide, nefsimin de yardımıyla, hep kendini kayıran tarafa yakın olsam da son dönemdeki tecrübelerim artık sorgulanma vakti gelmiş birkaç varsayımıma işaret ediyor.
  • Gözlem yapmanın verdiği haz ortada. farkında olmadığın sürece sorun olmasa da hep konuşup gözlemlenen olmak, azınlıkları tenzih ediyorum, can sıkıcı. ama mallıkla gözlemci olmak arasında da ince bir çizgi var bence. bu yüzden bir grup “gözlemliYorum”cu arkadaş, pekala mal benim gözümde. ve ne yalan söyleyeyim gözlemlerimde sıkça yanıldığıma dair sözde-eleştirileri ancak benim hassas noktalarımı bilen bir grup insandan başka kimseden almıyorum. malsın diyorum velhasıl.
  • Klişe konuşmaktan kaçınmak gibi bir şeyi dert edinmenin verdiği acıyı anlatamam. bunu ciddi manada takıyor olmanın oluşturduğu kötü imajın da farkında oldum hep. ama klişe olup kendisinden kaçılan insan olmaktansa bu hali tercih edeli çok oldu.
  • İçinde bulunduğun durumu en mantıklı olmadığını bildiğin halde öyleymiş gibi göstermeye çalışmak kadar normal bir şey yok. sonuçta hepimiz egosu olan insanlarız. lakin aynı hepimiz, belli kapasitelerin de çok fazla sınırlarını zorlayamayacak, zorlamaması gereken insanlarız. zaman zaman bunu yaptığımızı hissediyorum. sonuçta hepimiz aynı yere varıyor olabiliriz ama kullandığımız vasıtalar arasında dağlar kadar fark var. ve en çok da beni ikna etmiş olduğun yanılgısının sende oluşturduğu sahte zafer duygusuna takmış durumdayım.
  • Süperfm’in bir sezen-candan-ajda kolajı var ki bu gece, 20yıl öncesinde doğup sürece şahit olmak için göze almayacağım şeyin olmadığı nadir anlardan birini yaşıyorum şu an. ebru gündeş girdi şimdi de devreye, ve aklıma onun yüksek belli bluejeani, deri montu ve kahverengili siyahlı muhtemelen kadın literatüründe başka bir tabiri olan saçı ile oynadığı dizisi geldi.(hayalimdeki bir zamanların ebrusu da olabilir bu, bilmiyorum.)
  • Sezen’in son albümü aslında beklenen ilgiyi görmese de bence fevkalade. yol arkadaşım’ıydı, izmirin kızları’ydı derken muhtemelen arka planda kalan ama aslında bunu hiç mi hiç hak etmeyen bir şarkı var ki kırık vals. mevsimin sulu boya olması kadar masum, çocukça bir temennide bulunup masum değiliz hiçbirimiz de diyebilecek kadar cesur bir kadından, sezenden, bu şarkıyı Allah’ını seven dinlesin. Ama Yıldırım Türker de Allah’ın müstahakkını vermesi gereken insanlardanmış anladım.

Vesselam.

20.3.09

şimdi şimdi idrakine varıyorum ki;

göbeğini kaşımak 50li yaşlarda da en az bu kadar zevk veriyorsa insana, çekyatta uyuyakalan babama benzemekten gram gocunmam.

18.3.09

zeliş bi canavar gibi bekliyor pusuda

En az beş yıl öncesinin olmazsa olmaz dizilerindendi bücür cadı. zeliş artık çoktan çoğumuzun en yakın arkadaşı olmuşken, şehriye ideal anne, abbassa ideal amca olarak yer edinmişti 89 jenerasyonunun imgeleminde. sonra, her güzel şey misali bücür cadı da bitti. biz bi süre daha şehriye pilavını büyük bi saygıyla yedik, bizim için özel olan birkaç anda burnumuzu kıvırmayı ihmal etmedik. tabiki o döneme kıyasla bu ilgi zeliş için bir hiçti ve takdir edersiniz ki psikolojisi buna tepkisiz kalamazdı. çok şey denedi zeliş. dizinin çekildiği semtte takıldı bir süre. abbasın köfte arabasını zorla odasına aldırdı sonra. kitap okudu bir sürü. olmadı.


Sonra korku filmlerine dadandı. saw serisini, exorcist’i defaatle izledi. hepsinden bir şeyler çıkardı oyunculuğu adına. en son da dark knight’a gitti, zira joker’i çok övmüşler, onda zeliş için çok ders var demişlerdi.

Ardından Çocuklar Duymasın ekibinden yine damgasını vuracak bir proje için teklif aldı zeliş. Arka Sıradakiler dizisinde eda olacak, mavisakalın öyküsünün yardımcı kadın oyuncusu olarak ödül töreninden ödül törenine koşacaktı. başta çokça eleştirmiş, o bu role küçük gelir demiş, zeliş’i ve burnunu hafife almışlardı. ama o ve hırsı pes etmedi ve ortaya aşağıdaki görüntüler çıktı.    



video belki uzun gelebilir çoğunuza. ama böylesine ibretlik bir öyküyü görmezden gelmek, en azından bir zamanlar onunla yatıp onunla kalkan biz zelişistlere yakışmaz diye düşünüyorum. onun için facebookta, orda burda nice videoyu paylaşacağınıza zeliş in fire'a bir şans daha verin derim ben. sonra da çocuklar duymasın ekibine, bu ve bunun gibi yapımları hiç bitmesin diye dua edin. vesselam.

15.3.09

ne yazık ki bu mimi de gole çeviremedi juninhooo.

Samihazinses ve demirbey’den gelen paslar karşısında benim gibi bir on numara takdir edersiniz ki tepkisiz kalamazdı. blogumla ilgili daha başta aldığım radikal kararlar çerçevesinde böyle umuma açtığım bir platformda mevzubahis mimin bizden talep ettiği derecede cinsellik içeren yazılar yazamam.

Ama zaten şunu söylemeliyim ki; ben blogger aleminden kimseyle sözkonusu eylemlere girişeceğim kanaatinde değilim. zira, benim blogger namına tanıdığım insanların sayısı 10u geçmez. ve bunlar işte samihazinsesiydi, demirbeyiydi, mellösüydü gibi anam, bacım, kardaşım, eşim, dostum, yoldaşım insanlar. bunlar güzel insanlar.

Velhasılı kelam, bana gelen pası maalesef gole çeviremeyeceğim. yanlış anlaşılmasın, böyle bir topun başına geçen kişi olmak gurur vermiyor değil (mecaz değil gerçek). amma ve lakin, ben bunu yapamam. dediğim üzre, adam gibi tanıdığım takip ettiğim sayısı 10u geçmicek adama o gözle bakmam, bakamam. bundan ötürü, pası, diğer bütün ismi –inho ile biten futbolcular gibi (ronaldinho, alanzinho, robinho) pas olarak değerlendirmeyi öncelikli hedefim olarak belirliyorum. bu pası da, görünen o ki atacak adam çok, ceza sahasına doğru nolook formatında yolluyorum. isminden de anlaşılacağı üzre, hiç bakmadan, kime doğru gittiğini bilmeden yapıyorum bunu. son vuruş size kalmış.

11.3.09

bizimmurat

Geçen yaz, küçük kardeşim henüz 9 yaşının baharındayken, onu karşıma alıp artık ismailyk dinlemeyi kesmezse yapabileceklerimi bir bir sıraladım yüzüne. sonra bizim bi dönemimize adını altın harflerle yazdıran bizim murat’ın fil diyeti şarkısını bulup indirdim. eğlenmek mi istiyorsun barışçım? al biz senin yaşındayken bu adamla eğleniyorduk” dedim, koydum önüne şarkıyı. yalan da değil, birinci sınıftaki aşkımıza bela okuyamayacak kadar vicdanlı, bunu yapana tapmayacak kadar da sağduyulu insanlardık bizler.sadece sevilenlerin korkunç bir lanete mahkum edildiği bir düzeni sorgulamaya daha o yaşlarda başlamıştık.eşitlik, hak, hukuk gibi kavramları lügata bizler sokmuş idik.

Birkaç gün öncesinde eve gittiğimde kardeşim üzerindeki etkilerimin artık sokaktaki sıradan adam tarafından fark edilebileceğini anlamıştım. zira barış, “ismailyk artık eskisi kadar iyi şarkı yapmıyor” diyebilecek kadar posmodern, “Michael Jackson’ın danslı klibini (smooth criminal) açar mısın abi?” diye soracak kadar nostaljiden kopamamış, Candan Erçetin&Ceza düetini beğenecek kadar da ilerici bir insan olmuştu.yine bir başka sohbetimizde “Barışçım özellikle çalmayı istediğin bi enstrüman var mı, bakarsın gerçekleştirme şansımız olur?” diye sorduğumuzda “piyano çalsa ne kadar güzel olacağını” dile getiren de aynı modern ailenin en küçük oğluydu.

Kardeşimdeki dayanılmaz evrime benim karşı koyabilmek adına yaptığım şey sayısı sınırlı. gelişmemiş ülkelerin gelişmiş ülkelere teknoloji hasebiyle kolayca yetişebilme şansı karşısında gelişmiş ülkelerin çaresizliği gibi bir hali yaşıyorum ve yapabileceğim tek şey hammaddeyi arttırmak. bunu da ne kadar zaman yer barış, bilmiyorum. o yüzden de asıl bombam olan “gençkan – kendimi kontrol edemiyorum” hitini henüz paylaşmaktansa acil durumlar için saklıyorum. bir süreliğine daha ismailyk eleştirmeni olarak devam etmesinde yarar var kanaatimce.

 

 

9.3.09

işte böyle, odtüye böyle.

atıp tutmanın bedava olduğu bir ülkede yaşıyoruz ve bazen kişiler hızlarını alamayıp diğer insanların hayatlarındaki çeşitli enstrümanlarla ilgili ileri geri konuşuyorlar. benim de bu misal bi dostum var, odtüde okur kendisi, meşhur dc leri kapatılmış. ki bu bizim ftp'ye defaatle giydirmiştir. yani okulun paylaşım ağı, yani bizimkinin dayanak noktası gitmiş. ben demiştim, dont mess with me diye nice söylemiştim. dinletemedim. bir musibet olsun dostum bu da sana. vesselam.

3.3.09

beni yerler

bu yaz yolumuzun üzeri olmasa da uğradığımızda urfa’ya, babamın bir askerlik arkadaşıyla yıllar sonra buluşması şerefine kaldırdığımızda kadehlerimizi, ne 50li yaşlarındaki babam ne de ondan birkaç yaş büyük askerlik arkadaşı bu mutluluğu feysbuka borçlu idiler. ama onlar bu sonuca böylesine zorlu bir sürecin ardından vardıklarında aslında feysbuktan haberdar olsalardı o an kim bilir kaçıncı kez görüşüyor olma ihtimallerini düşünmeden, birbirlerini feysten buldular diye de babamı tanıyanlarla geyik yapmadan duramadım. öte yandan ikinci baharını yaşayan arkadaşlıklarına imrenmeden edemedim. hatta belki abartıp ilkokul veyahut ortaokul sıralarında ıskalamış olabileceğim hayatımın aşkının gazına geldim, bana zamanında yüz vermeyen platonik sevgililerimin resimlerime bakıp bakıp ağlayışlarının hayaliyle içimdeki öfkeyi erittim. velhasılıkelam aldım feysi.

 Aradan geçen zaman boyunca hep seçici davrandım, benim bir çizgim var dedim de her gördüğümü eklemedim, nice insanı ignorladım bu uğurda. ama ilkokul arkadaşlarımı bulduğumda yaşadığım hayal kırıklığını başka yerde yaşamadım. o kadar abarttım ki birgün alsancakta buluşacağımızda, onları uzaktan görmem bile yetti, ve ben yapamıcam deyip telefonu kulağıma doğru götürdüm, konuşur gibi yaptım ve daha güncel bir arkadaşım arayıp beni ikna edene kadar da davamdan vazgeçmedim. baştaki bütün hayallerim yalan olduğunda, bizim “ayrı dünyaların insanları” olduğumuzun idrakine vardığımda ufukta yeni bir hayal kırıklığı daha görünmüştü artık. şu bağlantı paylaşma olayı. tuğçe bir bağlantı paylaştı diye gelen, çOqq Komiqqq gibi bir yazı tipi tercih edilen onca videolar artık tahammül sınırlarımı çoktan zorlamaya başladığında “ulan kapat o zaman, kır dizini otur” gibi eleştirilerden korktuğum için çok konuşamadım muhtemelen. zevk aldım da meretten yalan değil, fotoğraflarla oynayıp oynayıp koyduğumuzda altında dönen geyiklerden hiç bıkmadım. deniz seki’nin şarkılarıyla içinde bulunduğu modu özetleyen arkadaşlarıma imrenmeden edemedim. profil resmine gül koyan mı desen, bir videoyu paylaşmayanları adam olmamakla tehdit eden mi desen?

 şuna getiriyorum lafı, ben o kadar seçici davrandım da mahremimizdir deyip almadım önüme geleni. onca arkadaşıma siz farklısınız demedim belki ama listeme alıp farklı olduklarını hissetmelerini bekledim. ama bakıyorum ki yalanmış bunların hepsi. orası öyle bir yermiş ki mal olmak şart imiş, adam olanı da iki günde kendilerine benzetirlermiş.nice arkadaşımı kaybettim ben  bu yolda, hatta belki kendimi. hele eğer yeterince gaza gelirsem paylaşabileceğim bir iki profil var ki evlere şenlik. çok kızıyorum feyse anlayacağınız. ve birilerine de söylemeden edemiyorum. ama kapatmıyorum da. şimdi de moral bulmak için sezenden seni yerleri dinliyorum, üzerime alınıyorum. muhtemelen beni yerler bu feyste. şahsen ben olsam ben de aynını yaparım.yanlış anlaşılmasın, yadırgamıyorum.


*feysbuk beni ne hallere soktu görün diye de  koyuyorum resmimi.