24.11.09

bucaLi_pich_1905

10lu yaşlarının henüz başındaki kardeşim evet-hayır'lı sorularıma "yes turkey 2004" diye cevap veriyor. bilgisayarımda clocks yok diye bana atar yapıyor. msn profil resmini the beatles'ın abbey road albüm kapağı yapıyor. öte yandaysa ben ezel'de kişisel iletilik replik arayadurayım. arkadaşımın yeni aldığı arabasında, aradan geçen zamanda boşladığım "bucalı"lığımın içini nasıl doldururum diye düşüneyim. dirseğimi camdan sarkıtayım. cızır cızır çalan şarkıya eşlik ederken geçen güzel liseliyi ıskalamayayım. waffle yerken "bunun pidesi kuru baya." diye iskender döneri afiyetle anayım. facebookta çok uzayan muhabbetleri "BURADA ZOR OLUYOR MSN VERSENE" diye sonlandırayım. empati diye bir şey var literatürde belki ama bu çok başka bi şey, benim halimden anca bucalı anlar.

22.11.09

bill knew.

Cuma günü saat 14.00 itibariyle istatistik quizinde olmam gerekirken ben bir elektrik-su-telefon faturası sırasında 20küsür kişinin arkasındaydım. Aslen bilime olan saygım aile içinde ün yapmış durumda, ama konu Confidence Interval olunca bana bi haller geliyor, körvün yanından geçmiyorum diye türlü triplere gark oluyorum. Yine de bu yoğunluktan arta kalan zamanda sizden bir ricam olacak: Gribi ölen insanlardan, Sabri’yi isabetsiz ortalardan, dünyayı Türkiye’den, hayatı kariyerden, Avea’yı mesajdan, Ipod’u Muse’dan, cool’luğu mezhep genişliğinden, dünyayı oğlundan, Snow Patrol’ü Chasing Cars’tan, ekonomiyi alıp vermekten ibaret gören nice insana denk geldim son günlerde. Halbüse çok değil iki-üç istatistikle hallolacak olay bu. Herkes bir ucundan tutsa yeminle halledilir, bu insanlara günleri gösterilir. Biliyorum çok yoğunsunuz ama benim de şu an çay içmem gerek.

12.11.09

Who fucking loves New York? Who is the biggest fan? Who is a fiery cheerleader caught in some un-New York foreign land?

makro dersimin ilki iptal edildiği için saat 1i 40 geçeli beri 306nolu bilgisayar labındayım. okuldaki 2.yılımın ta en başında, ankara'ya henüz gelmiş ve yeni yurduma henüz yerleşecekken ve sabahın köründe yurt kapalı olduğundan bahçede boş boş otururken gördüğüm o kız. o vakit yanında annesi vardı, oturacak yer bulamayınca uykusuz'un otisabili sayfasını zayi edip annesiyle üzerine oturmuştu. o zaman ben onu çok tatlı bulmuş, hatta ilerde eralp'e anlatmak için zihnime küçük küçük notlar düşmüştüm. eralp'e gösterdiğimde de "tahmin etmeliydim." minvalli bir cevapla karşılaşmıştım. zaten bizim hep "şaşırmadım"lı bi dialogumuz var, bilemedim gitti.

neyse yine ben, üzerinden çok geçmeden, bu pofuduklu gibi kızın yanındaki oğlana "ben kaç yıldır sosyalizmi anlatıyorum biliyor musun?" dediğini duyacak ve ondan soğuyacaktım. bereket onu henüz sigara içerken görmemiştim, zira mevzunun tuza bibere falan ihtiyacı yoktu.

aradan geçmiş birden fazla yıl, o kız şimdi bilgisayar monitörünün tabiri caizse götgöte olduğu diğer bilgisayarda. sağında ve solunda birer tane arkadaşı. kendisine dair bildiğim tek şeyse zamanında "ben kaç yıldır sosyalizmi anlatıyorum biliyor musun?" dediği oğlanla şu anda çıkıyor olduğu. demek böyle şeylerden etkilenen erkekler de var.

neyse gözlüklü şirin, arkadaşlarına onlardan bir dönem önce aldığı derse dair ne biliyorsa yarım saattir falan anlatıyor. körvün neresine denk düştüğü halde neden sene sonunda b aldığından tutun da şu an unuttuğum çok alakasız bir başka gereksiz bilgiye kadar. onu suçlamıyorum, bunu ben de yapıyorum. bir dersi birinden önce almayagöreyim, önü alınamaz bir canavara dönüşüyorum. makroda çok oluyor bu mesela, "nedim mi? baya zorlar o yaa.", "mühendisler falan da alır sizle. körv hayvansal çıkar.", "adam mühendismiş zaten. çok matematik dersi." gibi. şimdi aynını o kızda görünce gerildim. "ben de bu kadar itici oluyor muyum acaba?" diye soracak oldum. neyse ki cevabını öğrenecek vaktim yok. makro, körvünün en tepesinde olduğum bir ders olsa da karşımdaki kızdan anladığım üzre hoca milletine güven olmaz. gitsem iyi olacak.

8.11.09

erasmus gelse de gitsek

Ertesi günkü mikro sınavının tribine önceki gün giren biri olarak istakbalde dahi topluma bir şey katma ihtimalim sıfır. Bu tümevarımımda son birkaç günkü eğlencemizin bok-at-kaç olmasının payı da büyük.

Ben böyle her yeni döneme başladığımda "Baştan sıkı tutup sınavlara çalışmak zorunda bile kalmayacağım." diyorum ama nafile. Her işler boka sardığında dersleri suçladığımı farkettiğimde "Yok ama bütün dersler önemlidir." diye kendi kendime çıkışıyorum, ama kötü geçen sınavından sonra kendimi "Sizce de adı math for econ olan bi dersin bölüm için daha kilit bi ders olması, zilyon tane dersin prerequisite'i olması gerekmez mi?" sorularıyla rasyonel düşüncenin peşinde buluyorum. Her yeni ayakkabı alışımda da "Bu sefer hep bağcıklarını açarak giyeceğim." diyorum, ama bir hafta sonra işaret parmağı topuğuma yardım ederken buluyorum. Ya da her yeni dinlediğim grubu iyi bulduğumda ilk günkü heyecanıma geri dönüyorum. Yani kendime ne kadar çok söz versem de tırtlığımla kalacağım aşikar. O yüzden söz verirken iki kez düşündüğümde kendim için değil, sizin için yapıyorum bunu. Yoksa ben bir ömür aynı dersleri çıkarıp çıkarıp gocunmam, mesele o değil.

Kulüp hayatının kendi hayatıma oranının hiçbir gerçeği yansıtmadığı şu günlerde anlıyorum ki her işin başına bir adamın geçmesinin gerekmesi her işin başındakinin adam olduğuna delalet etmiyor gavurun tabiriyle "necessarily."

Son günlerde bütün boşluklara sızan Belle and Sebastian, mayıs sonunu çekici kılansa büyük resmin kendisi. "Daha kasım başındayız, destur!" demeyin, Mayfly diye de bi şarkı var.