31.1.09

sen seni bil sen seni, gözünün yağını yediğimin meteor turizmi

elin işteyken gözün oynaşta veyahut kulağın telefonda olmucak kardeşim. ondan sonra bir işi yaparken başka birşey duymuyor görmüyor olunca eleştiriliyorum. adam kalktı telefonla konuşurken bana bilet kesti, noldu? saat 01:00de otobüse binmiş olmam gerekiyordu, ben şu saat itibariyle Alibeyköyde tesisteyim. saat 04:15e anca bişeyler bulabildim. sözkonusu olayı duyduğum an itibariyle adama öyle bir kin duymuşum ki anlatamam. ama şimdi düşününce kulun hakkını kula vermeli diyor, insanlık hali diyor geçiyorum, sağlık olsun diyorum, ama aynı hatayı iki kez yapma diyorum. sayın hisarüstü metroturizm yetkilisi, hıhıı evet sana sesleniyorum. sözümona özcan.

30.1.09

buraya reklam alınır

yeni tema şeapçaktık uzun zamandır euphy'le de nasip olmadı şurda geçirdiğimiz onca gün boyunca. bu akşam alelacele bişeyler yapmaya çalıştık, olmadı bi türlü. en son bunda kaldım. türksel blogu gibi ama bana çok eğlenceli geldi. bi süre sponsorumuz olucak bu adamlar, bakıcaz. uyuşmazsak ayırırız yollarımızı zamanı gelince. sonuçta kimsenin kimseye muhtaç olduğu bi platform değil burası diil mi. 

yarın akşam da izmire geçiyorum. henüz bilet almamış olmam itibariyle ertesi güne de sarkabilir bu. cumartesi, ayşegül var bizim, ona sürpriz bişeyler yapalım istiyorum bizimkilerle, doğumgünü şeysine. ama ikna edemicem gibi bizimkileri. ayrıca kuzuya bi sürprizim var. sürprizli insan olmak güzel bişey bak. hayatımda bunun eksik kaldığını farkettim.  kardeşime bi sürprizim var sonra. sürprizli bi insan olmaya karar verdim bundan böyle. hakedene. bi de yine bizden okuyan varsa onlara sesleniyorum, haftaiçine bi kahvaltı ayarlayalım bi yerlerde, çok güzel olur bence. sizle hep aynı şeyler yapıyo olmak istemiyorum olum. 

27.1.09

viva la kadıköy

Şu ara iddia ediyorum friends’e güldüğüm kadar hiç bişeye gülmemiştim. hatta şöyle söyliim phoebe kadar kimseye gülceğimi sanmıyodum, taki bugüne kadar. mellöyle görüştüm bugün kadıköyde. her zaman olduğu üzre bugün de boğaya nazır bir yerde buluştuk, mellöye ek olarak aras’la. abicim yok böyle bir şey, adamlar direk süper. hani ilk görüşte kaynaşmak olayını bildiğin zor yaşarım ben ama, bu insanlarla istemesen de oluyo bu. ne diyeyim, sağolun, varolun mellö ve aras. günü uzun uzun ben anlatmiyim zaten, linki verip geçiim. ahanda gençler burdan, yaşlılar ve hamileler de şurdan.

25.1.09

we were on a break!!

Friends izleyenlerin rahatlıkla hatırlayacağı bu repliği durgunluk dönemime uygun gördüm ben de.aslında blog adını yaşadığım bu dönem bünyem itibariyleyse bir rönesansa bir silkinip kendine gelişe tekabül ediyor.uzatmadan orda burada soranlar için dönemi özetlemek gerekirse;

(Okumam bu kadar uzun yazıyı diyenlere de hak veriyor, ana fikirleri bodluyorum, renkliyorum.)
  • İstanbula geliş amaçlarımdan ilki olan sunumlar silsilesi çok iyi geçti.bu lafım ralphlexy’e Ahmet-nazan-ben beklenenden iyi bir üçlü yaptık iddialıyım.sonra ilk sunum yaptığımız unilever’i çok beğendim, kariyer planlarım arasında.mesela yıllar sonra iş başvurusunda ne zaman unileverde çalışmaya karar verdiniz dediklerinde bu yazıyı gösterip ahaa bu adamda creative skilller almış başını gidiyor da dedirtebilirim.aygaz da tavrı itibariyle iyiydiyse bile beni baştan çıkarmak için daha yapcak çok işleri var.avea ise bir faciaydı ama suçu tam olarak kendimde değil de emrahı da işin içine sokup güzelim formatın içine eden emre’ye atıyorum evet.

  • İstiklal’de yaşanan şu 6kişinin yaralandığı cam düşme olayında o binanın en alt katında yemek yiyorduk Ahmet ve nazanla, ve ben birkaç dk önce çıkmayı önermiştim onlara da sarkmıştı bu olay.o kişilerin başına gelenin olayın benim başıma gelmesinden ne az ne de çok kötü olduğunu bilsem de o gün orada ben olmadığım için şükrettim.belki birkaç saatliğine de olsa kendime birkaç güzel soru sordum.

  • Mellöyle görüşecek olmamın heyecanını paylaştığım ve blogumdan haberdar olan çoğu kimsenin ki bu neredeyse herkes oluyor, merakını gidermek adına buradan kısaca söylemek istediğim mellöyle tanışmak çok saçma bulduğum şu ölmeden önce yapılması gereken 100 şey listesine adını altın harflerle yazdırabilecek bir şey. yani evet görüştük ve beklediğimden çok daha iyi geçti.evet mellö süper evet.

  • Euphyle ders çalışma planları hayal oldu.kendisiyle zaten hiç uyuşmayan zaman dilimlerimiz var, ve o kendisine ayrılan süreleri genellikle facebook, flickr gibisinden sitelerde bazı şahıslara ait fotoğraflara haddinden fazla şaşırmakla harcıyor.

  • Friendste 6.sezondayım ve biliyorum sonu yok bu aşkın.phoebe’ye olan hayranlığımın ne kadar da ileri görüşlü bir harekat olduğunu son birkaç bölümde artık tavan yapan performansı neredeyse bazı bölümleri taşıyor olması gibi yaşanmışlıklardan anlıyorum.

  • An itibariyle Fenerbahçe-Trabzon maçı var ve euphy netten izliyor.benim de göz ucuyla takip ettiğim kadarıyla şunu diyebilirimki: Selçuk inan, türk gibi yaşayıp brezilyalı gibi düşünmek hangi kitaba sığar ha?

  • Sonra şey, sanki bu ay eve vardığımda cebimde beklediğimden çok param olucak.öte yandan biliyorumki daha önce böyle diyalogları mely’le çok sık yaşadığımızın akabinde parasız son buluyordu süreç.eğer gerçekten birikimlerime güvenirsem önümüzdeki dönemde bunları değerlendirebileceğim üç alan var; iphone, fotoğraf makinası veyahut erasmus.ve sanıyorumki ilk ikisindense üçüncüsünü düşünmek kısa vadede en mantıklısı.

    Söylüyceklerim şimdilik bunlar.önericeğim tek şey de friends izleyin arkadaşlar.bunu yapın.

22.1.09

aaalemin kraalıı geliyooorrr!!


lostun 5.sezonunun ilk bölümünün bu gece yayınlanacak olmasının haklı heyecanı içerisindeyim evet.

21.1.09

istanbul-1

Kamilkoçun Rahat hattını, aslında herhangi bir rahat hattı, dün gece itibariyle ilk kez denediğimde sanmayınki juninhooo mevcut ekonomik krizden karlı çıkanlardan biriydi. mec’in sınırları aşan gücünü arkama almanın haklı gururundan başkası değildi bu. yolculuk beklenenden kısa sürmüş, istanbul’a hava henüz aydınlanmadan varmıştım. bunu fırsat bilen pekmühim arkadaşım euphy’le gevreklerimizi ve üçgen peynirlerimizi yüklenip boun’e, eğer iddiası doğruysa, 25metre olan evinden ayrılmış; üniversitenin içerisinden bebek’e doğru yardırmıştık. kahvaltıyı sahil boyu yapmamızın yegane sebebi sahil değil, hepinizin de takdir edeceği üzre, ilerde ikimizin de nail olacağı ve bebek’te örneklerine sıkça rastladığımız yüksek yaşam standardlarına, o günler gelmeden alışmaya çalışmak ve mümkünse sonradan görme olarak nitelendirilebilme ihtimalimizin erkenden önüne geçmekti. ardındansa birkaç saat uyku ve gecikmeli olsa da süper diye nitelendirilebilecek bir unilever sunumumuz vardı. ha aklıma gelmişken söyleyeyim; biz istanbula okuldaki bir organizasyonumuza sponsor olacak şirket bulmak ve varsa muhtemel şirketler bunlara sunum yapmak için geldik. altmetin itibariyle biraz daha gezmek, tozmak, euphy ile takılmak gibi benmerkezli bir senaryo olsa da, olay bir şirket gezisinden çok daha fazlası değil dışarıdan bakıldığında. sunuma müteakip istiklal’i adeta dört cepheden kuşatarak gezişimizse objektiflere takılan bir sürü ayrıntıdan sadece biriydi. sonra euphy’nin bir ton yalan dolanla aldığı bursları bir sınava girememesi hasebiyle kaybetmek üzere olan ev arkadaşının akademisyenlere sıktığı “dedem öldü” yalanı, kanıt istemeleri üzerine hemşire halasından istediği sahte ölü raporu, benim bu satırları Boğaziçi üniversitesinin study area denilebilecek bizim okulun (Bilkent) aksine umuma açık mekanlarından birinde bağlanmış olduğum wireless aracılığıyla yazıyor olmam, günümü sıradan bir gün olmaktan kurtaran enstantanelerden sadece birkaçı.

19.1.09

+ reminder

Bu akşam itibariyle istanbul’a doğru yola çıktığımda cebimde dünyanın hayali olacak biliyorum. ve eğer birazcık tanıyorsam kendimi, ben her halükarda mutlu olacağım orda, olmasını bileceğim. ohaa dur, euphy önceki gidişimizdekine benzer bi ayarsızlık yapmazsa olur bu.evet anca böyle mümkün olur bu. ha bu da euphy’ye erken bi uyarıdır burdan (:

14.1.09

çiçeyim oldun daha ilk günden :

mellö çiçek çizin bana demiş :

varım diyooooorrrrr!!!

sizin de çorbada tuzunuz olsun mu istiyorsunuz?

ayrıntılı bilgi BURDA

12.1.09

dertler derya olmuş da meğersem, haberim yokmuş.

ortalama bir bünyenin kaldıramayacağı dertler yüklenmiş olabilebilme ihtimali sanırım tecrübe etmeden kabul etmeyeceğim bir gerçeksi. şu aralar da benzer bi durumun arifesindeyim sanırım. her müstakbel zat-ı mühim gibi ben de zorlu bir sürecin içerisinden geçmekle meşgulüm anlaşılan :P bazısının ankara’ya bugün itibariyle gelebilebilme ihtimalinin doğmuş olmasının hakikaten sebep olduğu “barselonada sevinç gözyaşları” dışındaki haleti ruhiyem bunalım diye tabir edilen (çoğunun) hali mütemadi(sin)den ötesi değildi bu sabaha kadar. ama aynı sevince baltayı da, her gece bilmemkaçlara kadar msnde fink atan, atabilen benin, hayıflanmaları vuruyor an itibariyle. diğer yandansa econ102deki rezil performansım akıllara “şöhreti kaldıramadı mı?” sorularını düşürüp düşürüp kaçıyor yaramaz bir çocuk misali. derdime çare birileri, bir şeyler bulamamaktan ziyade, derdimi (çok) anlatıyor olmanın korkusu beni bir insan yerine bloga iten yegane sebep. yoksa istediği zaman ne kadar boşboğaz, ne kadar "ulan bir şeyi de kendine sakla be" cinsinden biri olduğumu bilen bilir. özelim yok evet, buraya yazarak muhtemelen son özelim olma potansiyelli derdimin de içine ediyorum dahası. ama Aman Allahım! kulağımdaki “dingdong kingdom” hüviyetli borko menşeli şarkı da neyin nesi böyle! Şimdi ordular, yürüyün, ilk hedefiniz sosyoloji finali zira!!


kullandığım hiçbir kelimenin doğru ya da yanlışlığıyla ilgili herhangi bir iddaam yok, evet iddaam yok, pek sevgili edebiyatseverler! mevcut imtihan-ı diffikıltıma verin. şimdi izninizle, uğramam gereken bir kaç yer daha var da.

9.1.09

engüzelyılbaşıgecesi - 3

1. ve 2. sayılarını yayınladığımız yazıdizimizin 3. ve muhtemelen son bölümüyle sizinleyiz. yanılmıyorsam cedricinlovewithchen isimli, dış mihraklara kapalı bloglarında aynı geceyi farklı gözlerden anlatan arkadaşlarım da böyle bir gecikme yaşadılar. bu işler kolay olmuyor, biz yoğun insanlarız, finaller vs. gibi bir bahaneler varyetesini önünüze bırakıp devam ediyoruz yazımıza kaldığımız yerden. bi de, bu bölümün güzel yanı, hediyelerden de bahsedecek olmam (:

geçen bölümde kahramanlarımız tam yemeğe başlıyorlardı ki korkunç bir saldırıya uğramışlardı ve yazıyı orda kesmek zorunda kalmıştık.


Mercimek köftesi ve paçanga böreği.. bi saniye, burada bir şeyi itiraf etmem gerekiyor. paçanga böreği falan değildi bizim yaptığımız, ne olduğunu bile bilmediğim bi böreği, sırf ismi hürmetine yazdım buraya, o kadar. milföyün arasına pastırmaydı(1alana1bedava kampanyasından düşürdüm), garnitürdü, salamdı bastırıp size aklım sıra paçangaböreği diye yutturuyorum ben de burada. ha paçanga böreği böyle bişeydiyse de gerçekte, o onun ezikliği. neyse, vicdanım rahat bi şekilde devam edebilirim sanıyorum anlatmaya. ama ne yalan söyleyeyim, düşünüyorum maksimum nasıl bişey olur şu pu changa diye, bizim pastırmalı milföye basabilir gibime gelmiyor. mercimek köftesi ve pastırmalı milföyü servis ederken görüyorsunuz resimde yemekteyiz yarışmacılarını. onlara da buzz gibi icetea eşlik ediyor. ralphexy’nin boğazına doğru parmağıyla yaptığı manevraysa bir artistik hareketten çok daha fazlasını taşıyor arka planında. önceki postlarda da belirttiğim gibi hasta olan ralphlexy, bademcikleriyle sert bi harbin ortasındaydı o gece. gözler de yine yorgun bünyeye bir gönderme.

Gel görki aynı resmin diğer tarafında üstad mely, yaparken doymadığı mercimek köftelerini tabiri caizse löpür löpür yiyor, bir iki derken kabına sığmıyordu. heidi’ye düşense onu ağzı açık, bağırsak show eşliğinde, izlemek oluyordu.

Ama nasıl olduysa siyah beyaz dahi olsa sırf emek olan menülerimle fotoğraf çekinmeyi unutmuş bulunduk. haliyle böyle yemeğin ortasında kelin perçemine asılmak gibi bir şey oldu bizimkisi.
Neyseki çorba, şu köfteli möfteli fasıl geçildikten sonra, resimdeki tabağı da biz hazırlıyor ve mideye indiriyorduk afiyetle.

Bu resimdeki tabağı hazırlamış olmam, bana annemin bendeki yerinin yemekten daha öte şeylere bağlı olduğunu da bir kez daha idrak ettirdi. ama resimdeki kusurlar saymakla bitmezdi ki annem bunları yapmazdı. mesela tabağın kameraya yakın tarafını kirli bırakmak, ve yahut tabağın hemen sağına kullanılmış bir kaşık yerleştirmek gibi. hatta ve hatta kola bardağının dibinde birazcık kalmış olması da karenin imajını zedeleyen öğe ve öğelerden. Kendisinden yeterli sıklıkta bahsetmiyor olma ihtimalim yüksek olan heidi’nin başarısını da burada bir resmini daha yayınlayarak taçlandırmak istiyorum.

Yemek faslına noktayı koyduktan sonra tatlıyı yapmak üzre kolları sıvamıştık artık. bir ara şöyle görünen:

tatlıyı mideye indirdikten sonra Sezen’in ntvdeki bence muazzam şovunu izlemek için hiçbir engel yoktu önümüzde. özellikle “dansöz dünya” beni benden alıyordu, hediyelere ilaveten. hediyeler demişken, birkaç gün önce yapılan çekilişin hediyeleri sahiplerini bir bir buluyordu o gece. eşleşmelerse şöyleydi yanlış hatırlamıyorsam:

ben mely’i çekmiştim kurada.
mely’se heidi’yi.
heidi de ilan’ı.
ve ilan, gecenin en şanslısı ya da değili, ben’i.

bir ayrı heyecansa hediye faslıydı. ben mely’e bi cip almıştım, böyle antika, sarı, kocaman, yıllarca saklamalık bişey. melyse heidi’ye ior almıştı winnie the poohtan ki o da süper bi tercihti. heidiyse noel çoraplarının en kocamanlarından birinin içerisine rulokatları tıkmıştı ki bu ilan’ı az çok tanımanın yegane göstergesiydi. ilansa bana, biraz abartarak ki bunun da çeşitli sebepleri olduğu kanaatindeyiz biz ailece, bir monopoly, artı playdooh, artı kulağı soğuktan kormalık bi şey var, bunları almıştı. hediyelerden fotoğrafını çekebildiğim tek şeyse:

bu karede görmüş olduğunuz heidi’nin ioruydu. ayrıca ben o antika bakır demlikte leziz çayımızı taşıyordum. geceye çayla noktayı koyuyorduk ki bence en doğru tercihti.

uzun, yorucu ama hayatımın en güzel yılbaşı gecesini geçirmiştim o gece. üzerine bu denli hayal kurup çoğuna bu denli yaklaştığım başka bir organizasyon görmemiş olmama rağmen, o geceki başarım benim için gerçekten iyi bir başlangıçtı. başta heidi’ye sonraysa mely ve ralphlexy’e, daha sonra da ilan’a büyük birer teşekkür borçluyum. hatta şükran borçlu olduğum mecralar da var, yok değil. ve görünen o ki, dileğim o ki, bu adamların çoğuna mütemadiyen birer teşekkür borcum olacak.

Son.




5.1.09

salep'e uzatılan el, bize uzatılmıştır artık.

yurdun her katında ortaklaşa kullanılan mutfaklar var. öğrenciler kendileri almazlarsa eğer, sadece bu mutfaklarda buzdolabı var kullanabilecekleri. ve bu dolaplara konulan yiyecekler, anlam veremediğim bi şekilde, çalınıyor. zira eğer paralı okuyorsan bu rakamlar koymaz sana. ha burslu okuyorsan da zaten okulun verdiği burs sana yetiyor da kafi. salep vakası yaşanmış en son, bi arkadaş da aşağıdaki notu yazmış asmış dolaba. bi de bi türlü beğenememiş olacak ki silmiş bi daha yazmış. ama haklı yani, git cidden hırsızlığını başka yerde yap. buraya yakışmıyor. sözüm ona tüm hırsızlar, bu okul sınırları içindeki nefes alan (:

4.1.09

gribal kriz

İkigün art arda 00:00-08:00 çalışmak kadar zor bir şeyi tecrübe etmediğimi tecrübe ediyorum şu an. ne duygusal bir şey yazacak kadar mecalim var bazısınca, ne yılbaşı yazı dizisinde ilerleme kaydedecek kadar neşeliyim şu an. içerlerde bir yerlerde bir miktar mutluluk da varsa şu an, şu an gülüyorsam mesela, euphynin akşamki itirafındandır. evet euphy ben de seni seviyorum, biz de seni seviyoruz. (:

ve an itibariyle şiddetli bir gribal enfeksiyon sürecinin arifesinde olduğumun idrakine vardım.

3.1.09

2009a mektup

2009a mektup yazalım istemiş mellö.
yazalım.

sevgilibindokuz, (binsekiz olacakmış bu, ilerde açıklıyorum)
üçyüzatmışbeş gün mü ne geçirdik senle. ve şöyle bi bakıyorum, hatrı sayılır üç beş anım ya var ya yok. bunda benim payım da vardır muhtemelen ama, sen de elinden gelenin sanmıyorum ki en iyisini yapmış olasın. iyi başladın aslında, istanbulda girme şerefine nail olduk yanlış hatırlamıyorsam. sonrası böyle bi dönem meçhul. gerçi şöyle düşünürsek, bi önceki yıl yırttıydıysam bi yerimi bu okula gelcem diye, 08de de mutlu olmuş olmam lazım gelir. bilmiyorum nedense aradığım şeyin bu olmadığına dair bi his var içimde.

ohaaa ohaaa.
2008eyazmışım mektubu. özür dilerim. biri söylemişti, Boşnakların bi sözü varmış: boşadığımız karının topuğuna bakmayız. yazmam ben yukardaki mektubu, bize yakışmaz, Mardinli adama. (mellö) (:

tekrar sevgilibindokuz,
Sana gelene kadar her şey normaldi. çok güzel bir günün üzerine sen gelmiştin hatta, bildiğin güzel hatırlayacaktık seni. ama sonra 7kişiye kıyarak başladın olaya, elimi uzatsam dokunabileceğim yedi kişiyi aldın ilk geceden. ilk işin bu yani senin, o ailelerin gözyaşlarına son vermek. bir yolunu bulmak sana kalmış artık.
önceki yıllardan daha çok şey beklemek sanırım abesle iştigal olmaz. evet ben büyük beklentiler içine giriyor olabilirim, ama bugüne kadar yapamadıklarımda da suçu sorgusuz sualsiz sanmıyorum ki üstleneyim. 2008den iyi işlerin başındayken devraldın beni, şanslısın bu açıdan. mesela ocak sonu İstanbul var, büyük şeyler beklediğim. sonra nisanda MBS var, o da bi şans mesela senin için. sonra iyi olduğunu düşündüğüm insanlarla ilerleme ihtimali yüksek ilişkiler arifesindeyim. bu da yine benden sana bi kıyak. ha mesela hayatımdaki gereksiz ağırlığından şikayetçi olduğum bir iki insana da daha 08den yol verdim gibi oldu. yani bakıyorum da her şey senin lehine işliyor. ama sen bi yolunu bulup da içine edersen, bilemem artık. ben yaptım şu ana kadar elimden geleni. sana diyeceğim, beni gıybetini yapmak zorunda bırakma.

ha eğer bi mim tadında ileryecekse bu;
ralphlexy ve euphy'i mimlemeyi bi borç bilirim.

engüzelyılbaşıgecesi - 2

tarihi yazı dizisi devam ediyor.

mely’nin performansı gerçekten görülmeye değerdi o akşam. hele bir soğan doğrayışı vardı ki tel tel. fotoğraflarda ben az görünüyorum onu fark ettim, belki yemek yapma sürecinde gidip gelme durumum çok oldu, bundandır. dediğim üzre hasta olan ralphexy bilgisayarda yeni imajıyla blogunu 2009a hazırlarken; mely, heidi ve ben bir yandan yemeklerle uğraşıyorduk.


O ana kadar çok başarılı gitmişti her şey, ondan sonra da gidecekti zaten, bu sözüm aksini düşündürmesin. aslında normaldi bu, zira bu işte bi heidi vardı. o ki bilmem kaç yılıma damgasını vuran dostum, bana tahammül eden az insandan biriydi. masa da bir yandan hazırlanıyordu takdir edersiniz ki. A4e basılmış menüler masada yerini alırken, çatal-kaşık adabından yoksun biz, kural tanımıyorduk bu hususta.

Bir başka kare de mely ve ben soğanları doğrarkene. çok ilginç bir öyküsü var bu soğanların. heidi öyle bir bıraktı ki bize soğanları, her bir dilimini mi artık ne deniyorsa ayrı ayrı doğramak zorunda kaldık. bi yandan da kara lahanalar sirkede bekliyordu, internetten öğrendiğimizce.

Sonra değinmeden geçemeyeceğim bir husus da, bazı nevi şahsına münhasırların kendilerine olan büyük aşklarıydı. araya karışan resimlerden de bu görülüyordu ki bu arkadaşlar durmayıp ayaklarını bile böyle bir gecede böyle bir olaya alet ediyorlardı (:

Bütün bunlar yaşanırken mercimekli köftede de sona yaklaşılıyordu artık. salçasını benim kavurduğum, mercimek-bulgur kısmının heidi’yi alakadar ettiği bu yegane lezzete son şeklini vermek mely’e düşmüştü:

Kahramanımız rahat durur mu? sadece üretmekle kalmıyor, ürettiğince de tüketiyordu. bu gidişe bir dur demek de heidi’ye düşüyordu. evin hanımağasına:

Neyse, bir yandan da pilavı pişirmiş, tavuğu fırına vermiş, çorbayı yapmış, paçanga böreğinde(!) de kısmen başarılı olmuştuk. buralara dair fotoğraflarsa çıkan bir yangında maalesef yok oldu.
Vakit sofraya geçme vaktiydi, vakit yemek yeme, vakit başlama.:
Asıl yemekler görünmüyor fark edildiyse, zira onları göstererek canınızı çektirmek, aslaa. avucunu yala derdi burada mesela, demet var benim arkadaş, o olsa.

Yazı dizimizin ikinci bölümüne burada noktayı koyuyoruz sevgili okuyucular.
3.bölümünde görüşmek dileğiyle.
devamı çok yakında.

2.1.09

engüzelyılbaşıgecesi - 1

öncelikle şunu söylemeliyim ki bilindiği üzre herkesin kendi çapında bir dizi kriteri vardır. bunu sağlıyorsa bir şey güzeldir mesela, sağlamıyorsa değildir. bundandır ki bir sürü insanın yazdığı bir sürü şeyi okurken onların eğlendiği kadar eğlenmezsin, eğlenemezsin. o yüzden, benim bunları yaşarken çok eğlendiğimi bilmenizi istiyorum sade ve sadece.

dün meşakkatli bi gündü evet.ama bu sayedeydi ki kendimi yoğun bi insan gibi hissedebildim kısmen. sabah sosyoloji dersim vardı, ona gidecek güya, öğleden sonraki ingilizce dersiniyse ankamalle gitmek bahanesiyle asacaktım.sonra konseye sabahtan gitmem gerekiyordu. ordaki işleri halledip, koştura koştura sosyolojiye, sonra servise atlayıp ankamalle doğru yola koyulacaktım. ama böyle gelişmedi takdir edersinizki. çok geç yattım gece.sabah kalkmayı planladığım saat yedibuçuktu oysa, buna 3saat5dk ekle, sosyoloji dersinin başını kaçırır bir vaziyette uyanmıştım. zaten artık gözden çıkmıştı benim için bu ders, zaten bugün öğrendimki dün ders yokmuş (: . sonra konseye gittim. aramam gereken bir kaç şirketi alelacele arayıp evvelsi gece ellerimle inşa edip bu sabah içine ettiğim yoğuninsan görüntümden arta kalanlar hatrına "benim gitmem gerenk"li bi cümle kurdum çıkarkene. sonra ankamalle geçtim ki aslında çok da akıl karı bir hareket değildi bu, zira ben yalnız gezmeyi sever, bunu da abartırdım. bana çekilişte çıkan şanslıkişisine hediyesini almış, ve yurda varmış olduğumda saat 5ten çok da erken değildi.

evvelsi akşam alelacele hazırladığım, ne paint ne başka bi program bilmememden dolayı da affınıza sığındığım, şu menüyü gidip siyahbeyaz da olsa yazdırdım:

o ağacın altını öyle yaptığımı anca yazdırdığımda farkedebildim.
ardından yurda geldim ki şok edici bir haber de beni bekliyordu. ilan malesef su koyuvermişti, ve o akşam malesef (!) bizimle olamayacaktı. açık ve net tavrım yüzümden okunuyordu bence, ama oluşturduğu etkiyi görebilmek için de olsa bakmadım yüzüne, kızdım zira. neyseki dün gece yapmıştı bunu. çünkü çok mutlu, heyecanlıydım. unuttum kısa sürede. ardından koyulduk ralphlexy, mely ve heidi'yle yemek yapılmaya. hem hasta olmasından hem de diğer sebeplerden pek fazla bir işe girişmiyordu ralphlexy. gerisiyse tam kapasite çalışıyordu. hatta ne yalan söyliim, mely bana koydu geçti dün geceki performansıyla. ahan da resimleri:

çok yorulduğum ve yapacak çok işim olduğu için, yarın, ertesi gün, daha ertesi gün devam ediyorum anlatmaya. evet bi yazı dizisi bu.