Robin Williams’ın bana daha hayattayken miras bıraktığı sağ el serçe parmağımdaki tik, tikleriyle ünlü kardeşime bile rahatsız edici gelmeye başladı. Post ergenlik oyunlarından biri olarak kaderin iktisat ve işletme öğrencilerine oynadığı vaka çalışması, benim gibi evinde bilumum türlerini tecrübe edenler için ısınma hareketlerine tekabül eder. Yaşlandıkça çocuklaşmaktan anladığım huysuzlanmaktır, oysa son günlerde evlatlık edinilmeye çalışan babaannem ve dedemin yürek burkan öyküsüne tanık oluyorum. Yaşlılara saygıdan veyahut yüksek sesle izlenen bir kanalın tekelindeki televizyondan olsa gerek günlerdir oturma odasına hasrettim. Öyle ki bugün “hala da türkiye’nin önde gelen müsamere kızlarından” olduğunu söyleyebilen dadaist mi dadaist bir arkadaşıma kitap ve dergi okumak için veda ederken kendimi cnbc-e’de desperate houseviwes izlerken buldum. Pişman değilim, bi daha olsa bi daha yaparım. Bu satıra kadar yazarken istedim ki her cümlede bir problem olsun ve ben 20yaşına geldiğim halde peşimi bırakmayan sivilcelerimi bu dur durak bilmeyen gerilime bağlayayım, ama olmadı. İstemsiz yaptığı jestlerle tanınmasına ramak kalmış biri olarak bugün bilinçsizce bir mini anket yaptığımı farkettim. Sonuçsa vahim: Bu sene davulcuların performansından memnun olanımız yok (davulcu eşlerini ve çocuklarını tenzih ediyoruz). Meselenin ciddiyetiniyse uzaklardaki örneklerde aramayın, bir arkadaşım “Seneye ihaleye ben de gireceğim.” diye espriyi patlattı. Yazar dediğin aforizması olan adamsa buyrun: Az konuşacaksan çok düşüneceksin arkadaşım.
31.8.09
30.8.09
özgün'ün de dediği üzre; here we go
Çakralarımı en son açtığımda lisedeydik. Seninse esra cengiz tavırların mistik bir gücün en büyük habercileriydiler. Fiillere eklediğim üçüncü çoğul ekleri dahi sana değil de güce olan aşkımın en büyük indikatörü kimilerince. Babamdan aldığım bu “en”li öğeleri diğerlerinden değerli belleme hastalığım başıma büyük belalar açabilir ilerde. Henüz hayatımın karmaşıklık bağlamında başka birçoğuyla yarışamayacağını düşünürsek “en”li herhangi bir şeyin sadece x ekseni değerinin bana keyif veriyor olması doğal. Yeni insanlarla bağıra bağıra tanışmak dışında ekosisteme çok da bir şey katmadığını düşünürsek y’deki eksiler için kaygılanma işini sana bırakmak en güzeli. “en sevmediğim huy”, “en sinir olduğum hareket” gibi babam menşeli cümleler kadar ileri gidemesem de henüz, modern reklamlardan kolpaladığım ve bir ömür üzerinden iddialarla hedefe ulaşan birkaç cümle kurabilirim gibime geliyor. Ve beni tanıyan her hangi bir insan, “cüneyt normalde de böyle konuşuyor ki.” diyebilir en azından. Çok fazla soru işareti kullanmamamı bilogun takipçileri konusundaki kaygılarıma bağlayanlar olacaktır, bense cevabından emin olduğum şeyleri sormamanın kutsallığına inanmakla yetiniyorum. Yarışmanın soru-cevap kısmını geçeli çok oldu, üzgünüm.
Çarpıcı sonları sevmeyenemiz yoktur, kendimde de bu hakkı görüyorum: Ense uzatmadığım risk alamayacağım anlamına gelmez.
30AĞUSTOSZAFERBAYRAMI
29.8.09
Übergeben bochum markt
Yaklaşık 10gün sonra Ankara’ya gidecek olmam, biloga şöyle uzaktan bakan birinin bile rahatlıkla farkedeceği üzre, benim için üzücü bir gelişme. Öte yandan, ramazan ayı itibariyle artık yattığı yerden dahi yorulabilen birine dönüştüğümü düşünürsek yaşananlar bana müstahak. Pişkinliğimden veyahut son günlerdeki gelişmelerden olsa gerek, ben hala “Fransızca da en az İspanyonca kadar alınası bir ders.” kafasındayım. Erasmus listemden çok önceden sildiğim İtalya’yı, sırf Ronaldinho bir maç iyi oynadı diye tekrar listeye alacak kadar da gaz değilim, üzgünüm. Bu tarafından bakınca diğer her şeyde olduğu gibi Ankara’ya gitmekte de bir hayır var. Hatta ve hatta, dönemin trendlerinden biri olduğunu farkettiğim grubun geri kalanını “siz var ya..” şeklindeki eleştirilere boğma alışkanlığını edineceğim daha iyi bir yer de düşünemiyorum. Usain Bolt’tan tezi yok, bense kalkmış havayolu taşımacılığına bel bağlıyorum. 08.09 tarihli, H92136 sefer sayılı uçak olur da kaybolursa benim için de üzülün. Hatta benden nefret edenler varsa ertesi gün sokaklara "Asıl bu bün İzmir'in kurtulduğu gündür." şeklinde pankartlarla dökülsünler. Sükse yapmadan gidecek değilim.
25.8.09
“Püsküğütlü puding” *
Ankara’nın bana kattıkları listesinin ilk ve tek gerçeği olan “Çünkü solda yürek var.” mottosu “Sağ sünnettir.”le birleşince ortaya benim gibi bir insan çıkıyor. Bir arada kalmışlık sohbetidir almış gidiyor, farkındayım. Ramazan ayı vesilesiyle artan manevi içerikli yazı talebine bir cevap olması amacıyla sağ tarafa dönük yattığımı söyleyebilirim. Diğer taraftan bakınca ben bunu aslen solda yürek olduğu için de yapıyor olabilirim. Son dönemde mottoların peşi sıra fazlaca koşturmuş olacağım ki bugün itibariyle sağ kolumda müthiş bir acı var. İstesem yazmamamı ona bağlayabilirdim ama yapmıyorum (çünkü solda yürek var, yıhyıh). Madem itiraf.com müşterilerini buraya nasıl çekeriz diye uğraşıyoruz, şunu da diyeyim: Spor bilogu yazmak gibi bir derdim yok, zira artık mail adresi olsa babamın bile yapacağı bir şeyden bahsediyoruz. Kendilerini “gugılkıromun beta sürümü çok kullanışlı”cılar şeklinde kategorize ettiğim için teknoloji bilogu da yazmak istemezdim. Ama günlerimize ve gecelerimize damgasını vuran mızıka sesinden aldığım gazla müzik bilogu sektörüne çarpıcı bir giriş yapayım isterdim. Lakin her görenin “Piyano çalıyor musun?” şeklinde çıkıştığı bu güzel eller, en tırt bir enstrümanda dahi güzel durmuyor heyhat! Spor, teknoloji veyahut müzik bilogçuluğu olsa olsa ukte olur yani, geri kalan her yerde cüneyt.
*pardon, “püsküğütlü pasta”ymış.
23.8.09
uçan halı
- Perşembe akşamı Galatasaray'ın maçını ilçenin en nezih kahvelerinden birinde izlerken gözüme protokol tribününde Adnan Polat'ın sağında (ona göre) Bilkent'te aynı sınıfta derse girdiğim bir kız ilişti. Ben kombineli müşterileriyle ünlü bir kahvede sigarasız hava sahasında izlerken maçı, o protokolün en ön sırasındaydı. Buna eğitimde fırsat eşitliği deniyor bilmeyenleriniz için.
- Çocukkenki en yakın arkadaşımın çaldığını iddia ettiği bir enstrüman vardı. "Adamsın Sipsi." şeklindeki ünlemi duyduğumda herkesten farklı bir şekilde tüylerim ürpermişti. O arkadaşımın enstrümanının adı sipsiydi. Ondandır dediler.
- Annem ne kadar aksini iddia etse de telefon konuşmalarını gereksiz buluyorum. Jestti, mimikti, gözlerinin içine bakmaktı, o tarz triplerde de değilim. Cümleler üst üste binmesin yeter. Ben konuşurken herkes sussun.
- Müzik ruhun gıdasıysa eğer ben takas yoluyla geçimini sağlayan bir kimseyim. Hemen yan bahçedeyse Sakin ne ekerse onu biçiyor. Princess Sheherazade'a kadar geldik, para icat edilsin diye bekliyoruz artık.
21.8.09
yoğun istek üzerine
Laylaylom mimlemiş (yani sanıyorum ki orada cüneyt diye bahsedilen kişi benim). Saçma bulmadığım bir mim olduğundan (kaldı ki kendisine de bu yakışırdı) ve güncelliğin muhafazası hususunda yardımı dokunacağından gönül rahatlığıyla cevaplıyorum.
Hangi şehirde yaşıyorsun?
Bi bu soruyu bir de “eğitim durumunuz” sorusunu öpüyorum. 9ay Ankara’dayım, 3ay İzmir’de. Nereye ait hissettiğimiyse hiç karıştırmayalım.
Mesleğin?
Öğrenci.
Blog yazmaya başlama kararını nasıl aldın?
Okşan’ın bilogunu bulduktu oda arkadaşımla (eski bilogunu elbette). Onun bilogunu görüp de özenmeyecek insan tanımıyorum.
Ne kadar süredir blog yazıyorsun?
Biloga sorarsak 11ay olmuş, benim içinse Sezen Aksu Konseri’nden sonrası var.
Bloğunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?
Çok sıklıkla ziyaret ederim. Sanal bebeğe de bağlanmış idim böyle (onu gece kalkıp beslemek noktasında sorun yaşıyordum). Ondan sonra bilog gelir benim için.
PC açıldığında bloğunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?
3 diyebilirim. Niye diyemeyeyim.
Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bir şey ya da gittiğin bir yer oldu mu?
Hee birinde gördüğüm bir ruja heveslenip aldımdı. Öyle bir şey sanmıyorum ki olsun.
Bloğunda hangi konularda yazmak seni mutlu eder?
Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olaylar.
Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur?
Öncelikle tadından yenmez bir üslubu olsun bir kere. Sonralıkla bağlaç olan –de ile olmayan –de arasındaki ince çizgiye çok dikkat etsin. Yazı uzunluğu falan hiç mühim değil, ben uzun yazmıyor diye bilogcuya atar yapmış bir kimseyim.
Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsunuz?
Bu soruyu suistimal edebilecekkene etmiyorum.
Blog arkadaşlarınla buluşma, bir araya gelme fikrine ne dersin?
Her buluştuğum bilogçuyla beraber bilog açacaksam olmaz. Hehe. Şaka lan ouyeeman. Bence çok iyice bir fikir bu, kim düşündüyse çok yaşasın. Bu güne kadar tanıştığım bütün bilogçulardan çok mu çok memnunum.
Bu soruları kim(ler) cevaplasın?
18.8.09
kırmızılım
Bir mahalledeki düğün hazırlıkları nasıl o mahalleyi dünyanın en güzel mahallesi yapıyorsa aynı mahalledeki düğün bitimi o derece üzücüdür benim nazarımda. Çok burkuluyorum bu tür manzaralarda, hatta bazen düğün sahiplerini karşıma alıp “Biz bütün mahallecek tanımadığımız birinin düğününde 3saat kadar oynuyoruz. Sonra siz hiçbir şey yokmuş gibi her şeyi topluyor, arkanızı dönüp gidiyorsunuz. Bu kadar kolay mı yaa?” şeklinde en az Atilla Taş’ın canlı yayında yaptığı kadar dramatik bir şekilde çıkışmak istiyorum. Atilla Taş ve düğün demişken müstakbel eşimi de şimdiden uyarmak isterim. Ben evliliği boyunca en güzel anların içine Atilla Taş’ın Kırmızılım (kendisine jestimi de yaparım) şarkısı aracılığıyla edebilecek bir insanım. Uyarmadı demeyin. Anlayana sivri sinek müessesemizden.
15.8.09
besleme
Mutfağa gidince annemin dizinin dibinde duran ve birazdan dolmalara kapak olacak bir tabak dolusu şirin mi şirin domates gözüme ilişti. Çok değil birkaç gün önce arkadaşlarla hazırladığımız kahvaltıda gündeme bomba gibi düşen ve şimdi tekrar canlanan “çok domatesin kısır yaptığı” kulaktan dogması bir an için beni gerdiyse de nefsime hakim olamadım. “Anne çok tatlı duruyorlar o kapak niyetine kestiğin domatesler ;))))” diye ünledim (evde smiley konusunda çok bonkörümdür). Güya böylelikle annem her zaman yaptığı gibi “Al ye oğluşum, ben yenisini keserim.” diyecekti (benim annem hiç oğluşum demez). Oysa başladı kapaksız dolma yapan komşularla ilgili bir yaşanmışlığını (anıdan daha duygusal, kabul edelim) benimle paylaşmaya. Sonra ortalıkta bir değil iki tencere olduğunu farkettim, çıkışacak oldum, benden önce davrandı. “Size ayrı tencerede yapıyorum.” dedi. Son günlerde çokça gündeme geliyor henüz çocuk sayılabileceğim ihtimali, ona bağladım hemen, “Vayt be, su içerken canımıza okuduğunuz yetmezmiş gibi.” dedim, içerden küçük kardeşimin “Piiiy!” dediğini duyacak oldum (valla ben öğretmedim) ki annem “Yok oğlum ondan değil. Deden etsiz yemiyor, siz de etli yemiyorsunuz.” dedi (dedem ve babaannem bizde). Dedemlere zamana meydan okuyan sebeplerden ötürü atarlıyım zaten ama böyle artık klişeleşmiş sebeplerle de çıkışayım istemiyorum, dolma mevzuu iyi fırsattı yani. “Ne demekmiş o yaa? Nasıl etsiz yemezmiş? Gerçi ben de etli yemiyorum, 'neresinden bakarsan insan işte' annecim :s” şeklinde içinde alıntıları olan, atarlı desen atarlı değil bir cümle kurdum (bu arada farkettinse bugün bizim evde smileyleri anma ve kullanma günü). Kendi kendime cevap verdiğim için de mutfaktan çıktım haliyle, annem konuşmaya devam etti ama sonuçta anneler her şeye bi şey söylerler. Bir buçuk saat önce falan annemle markete gideceğim konusunda konsensusa varmıştık. Giderkene kuzenime uğradım, 24yaşında bir kadının kahve yapamayışına tanık oldum (çocuk görülme olayında gereksiz geriliyormuşum). Sonra yolda yürürken babamın “en sevmediğim şey” konseptinin kökünü taa “Hayatta en hakiki mürşittir.”lere kadar bağlayayazdım. “Ben bunu biloga yazarım”a geldi konu, “E hacı sen de hiç sosyal mesaj vermiyorsun ama ayıp oluyo yani!” diye çıkışacak oldum, “Hop!” dedi biri, “Yukarda dolma mevzunda kendi kendini göt ederek empati tarihinde emsali görülmemiş bir şeye imza atan sen değil misin?” diye de ekleyecek oldu, ses etmedim.
Cüneyt Hangi Adanalı Dizisi Karakterisin? testini çözdü.
11.8.09
bereket
3G
İnsanlara onları özlemediğini söyleyemiyorsun. Ama onlar “Özledim lan seni!” dediklerinde “Ben de!” demeden de rehin alınan isnanlığını geri alamıyorsun. Bazı insanlar iyi olmak için askerliği seçerler, bense dünü seçtim. Hiç görüşmedeğim kalabalık bir akraba grubunun orta yerine gittim, annem ve babam orada olmadığı halde, oturdum. Onlarla konuştum, çoğu kimseye yapmadığımı yapıp dertlerimi anlattım. Onların bazılarının benim sorunlarımı aslında alakası olmadığı halde 9ay Ankara’da okumama bağlamalarına tahammül ettim. Askerlikle iyileşen bazı insanları bu yüzden seviyorum, sabırlı oluyorlar. Ben de dün ne kadar iyileşsem de sabırlı birine dönüşemedim henüz. İyi demişken geçende 4arkadaş takılırken 3ün 4ten yeğ olduğunu threesome gibi yabancı uyruklu sözcüklerle açıklamaya kalktımdı. Hala da düşüncemin arkasındayım, zaten ne kadar ciddi olduğumu 4kişiyken 3kişiyi savunarak göstermiştim aslında. Bu gün de Bornova’ya gidiyoruz, aslen hediye için diye çıkıyoruz ama benim amacım propaganda. Böyle de diyorum da zaten bilogu bilen arkadaşlarım sürekli “Kime giydirdin?” diye taciz ediyorlar, bunlara kimbilir neler diyecekler. Bazen “Adımla bilog yazdığım için bunları okuyacak Unilever falan beni işe almaz mı acaba?” diye de evham yapmadan edemiyorum. Ne kadar umrumda olduğuysa ortada. Tanıdığım bazı insanların aksine ben “Bir şirkete Ceo olayım.” kafasında değilim. Onları ortaokulda yapıyorduk.
9.8.09
vınn
A evde oturduğu 10dakikaya lanet okuyan bir tipti, B’ye “Kalk, gidelim.” dedi. B gerildi, “Yok öyle deme. Gideceksek bile öyle deme. Esnafken kalk gidelim olmasın derdik. Geriliyorum.” dedi. A’nın her lafa olmasa da bazısına cevabı vardı, “Indira Gandhi konusunda da aynı hassasiyeti bekleriz senden.” dedi. Söylenecek söz vardı, söylenmeyecek söz vardı. Zaten B, o sabah temiz bir bel ağrısıyla uyanmıştı, bi de baş ağrısına hiç gelemezdi. B, A bir açığını bulunca çok sinirlenmiş olmalıydı ki o gazla A’nın bencilliğinden dem vurası geldi. Daha önce kafasında kurduğu ve genellikle tek çocuk olmasının etrafında şekillendirdiği bir açıklaması vardı. Sonra “Bütün arkadaşlıklar bizimki kadar gerilimli mi acaba?” gibisinden bir şeyler sorayazdı B. Sorayazdı, çünkü aslen A’nın buna bir cevap vermesini istemiyordu. Başka planları vardı. Bencillikse o da bencil olabilirdi. Hatta o an karar verdi, bundan sonra çok bencil davranacaktı. Oysa görmezden geldiği bir şey vardı; şöyle ki o güne kadar bencil olayım diye kastığı her durumda iyice içine etmiş, bir türlü ayarını tutturamamıştı. Hatta “Bencillik öğrenilebilir bir davranış değildir.” gibisinden geyiklere kendi içinde giriştiği bile olmuştu. A da uzun bir zamandır suskundu, öykü bu haliyle Cüneyt Arkın’a sırayla girişen adamların durumundan farksızdı, eşzamanlı bir gelişmeye ikisinde de yer yoktu . Herneyse, hemen gaza gelenler olabilir; sakin olalım. A’nın konuşmadığı, yazmadığı anlamına gelmezdi tabi! O sırada A, hoşlanmasam da herhangi bir kızla geçirilen vakit güzeldir felsefesinin bundaki payı çok büyüktü, eski sevgilisi kadar olmasa da güzel bir kıza avea aracılığıyla yazıyordu. B ise kendi çapında prensipleri olan bir adamdı. Birkaç espri düşündü, onlardan da bir halt çıkmadı. Neyse ki C tam zamanında gelip “Kalk, biraz bilgisayarda ben takılayım.” dedi. B de “Kolpa olduğumu düşünen olursa bir link var, onu atarım isterse.” diyeyazarak kalktı, bir şey yapayazdıysa ona cevap beklemediğini söylememize artık gerek yoktu. Çok da umrumdaydı.
3.8.09
canısı.
Nisan ayı gibi tanışmışız, okulun 2.döneminin sonlarına denk geliyor. Kendimi suçlamıyorum çünkü o çok fazla kamera önünde olmamayı tercih eden tiplerden olur ünlü olsa, biliyorum. Kızıl saçları, koyu renkli elbiseleri ve converse ayakkabılarıyla kafamda belirli bir imaja tekabül ediyor çok şükür. Çok şükür diyorum çünkü bu güya işimi kolaylaştırıyor, ne yapacağımı az çok biliyorum böylelikle. Ders Cuma günü, bense Uykusuz’u perşembeden alan biriyim o sıralar. Şimdiyse Cuma çıkışında almayı yeğliyorum, o ayrı postun konusu. Perşembeden alıyorum ama çantamın en güvenli yerine koyup ertesi güne kadar yüzüne bakmıyorum derginin. Sonra ders arasında çıkarıp okumaya başlıyorum, VÖ sever diye biraz onu okuyorum, bazı bazı altını çiziyorum bir şeylerin. Sonra Umut Sarıkaya’ya geçiyorum, ona yüksek sesle gülüyorum, çünkü o da kesinlikle bir kesime hitap ediyor kanaatindeyim. Ara ara onu kesiyorum ama yüzünün statikliği gram kırmıyor hevesimi, sonuçta ben buna bir süreç olarak bakıyorum. Sonra Fırat’ı açıyorum, çok komik olmasa bile garantilemek için “Fırat yaa!” diyorum ehuehueli gülüşümün orta yerinde.
Birgün derse gitmiyorum, aslen üzülüyorum çünkü zaten sayılı gün kalmış şunun şurasında. Sonra her şeyde bi hayır olduğu geliyor aklıma, ayrı yazılması gerektiğine ek olarak. Bunu Facebook’ta ekliyorum, ismini ve okul numarasını zaten hoca derste yoklama alırken defterime yazmışım. Eklerken de kendimce şirin olduğunu düşündüğüm bir mesaj yazıyorum, bir sonraki dersteki quizi bahane ederek. Kabul edince bütün resimlerini bir bir ezberliyorum Facebook’ta, infosunda Msn adresini görüyorum, Google’a soruyorum ve Msn adresindeki harflerin bir düzene göre dizilmediğini farkediyorum. Benimkinin adım ve soyadımın bi kombinasyonu olduğunu hatırlayınca birimizden biri diğerine fazla diye aklımdan geçiriyorum. Her zaman elinden geleni ardına koymayan egom, bu sefer kafasını kabuğunun içine alıp bir kez daha ona bir peri bir prenses muamelesi yapıyor. Oda arkadaşıma soruyorum, biraz bekle diyor. Onun söylediği kadar beklemiyorum ama en az 1 gün sabredip Msn’ini de ekliyorum. Yine dersi bahane ediyorum, o sıralar kafam çok çalışmıyor ne yapayım?
Msn’de çok sık online olan biri değil benim aksime. Üzülüyorum ama bu bile çok etkiliyor beni. Ben de ya olursa ümidiyle bütün bildiğim esprileri yapıyorum iletimde, “karaciğer gecikir belki hiç pişmez” gibi kelime oyunlarına girişiyorum Yiğit Özgür sevme ihtimaline binaen. Önüme gelene giydiriyorum, çünkü çaresizim. Oysa çok nadir online oluyor, onda da yanında away yazıyor. Ben bunu umursamadan başlıyorum yazmaya. Yine şirin cümlelerimi diziyorum bir bir, neden Msn’de eklediğimden, irregular öğrenci olmanın kötü taraflarından, bu yüzden onun ne kadar şanslı bir insan olduğundan bahsediyorum. O “hıhı, evet” yazıyorsa ben adeta Safahat’tan bir şiir çekip çıkarıyorum. Şiir gibi bir insan görüntüsü çizeyim istiyorum. Arada alakasız şeyler de söylüyorum ki “yaa bak ne düşünmüş” desin, çok kompleks çalışan beynimin kıvrımları onu büyülesin. Ama en çok onla ilgili cümleler kurmaya özen gösteriyorum, biliyorum ki bu insanın hoşuna gidiyor. “Bugün sınıfta söylediğin şeyde çok haklıydın yaa” gibi yancı yancı konuşuyorum. Buysa görüşürüz bile demeden offline oluyor bazen, olsun diyorum, şiirlere şarkılara sarılıyorum. Hatta bazen ben offline görünürkene bunu online yakalıyorum, hemencecik online oluyorum, 1dakika ya geçiyor ya geçmiyor, bizimkisi arazi. Ben aslanmışım da bu da geyikmiş gibi sanki, böylelikle blogun headerının da bir hikayesi olmuş oluyor.
Sonra dönem bitiyor, ben de ümidi kesiyorum haliyle. Kendi kaybeder diyorum, arkadaşlarıma soruyorum. Onlar da öyle diyorlar.
Sonra Facebook’ta sürekli yolladığı bir davet dikkatimi çekiyor. Aslında atarlıyım kendisine ama kıyamıyorum da. Araştırıyorum biraz, araştırıyorum dediğim de Google. Ama Google’dan bakılıp öğrenilemeyecek birşey yok zaten şu dünyada. Ben yine de onu ilk online yakaladığım yerde soruyorum. Hoşuna gidiyor, “Felsefeye ilgili misindir?” diye soruyor. “Söylenecek söz mü bu?” diye soruyla cevap veriyorum. Art arda 2 sorusuna böyle yapıyorum, çünkü bilinçaltında bunu yapınca “Bana felsefe yapma!” tepkisi gelecek diye bir şey oluşmuş vaktiyle, “E bu da zaten ilgileneyim istediğine göre.” diye düşünüyorum. Nasıl becerdiysem konuyu paraya ne kadar önem vermediğime, bu dünyaya bir şeyler katayım da gerisinin yalan olduğuna, bu yüzden de iktisat okumayı bazen saçma bulduğuma getiriyorum. Hiç kurmadığı kadar uzun cümleler kuruyor, “Yaa evet. Ben de çok düşündüm onu.” diyor, “Yerim.” diyorum. Boş durur muyum, “Boğaziçi bu yüzden ukde bende.” diyorum, “Bende de.” diyor. “Odtü’ye neden gitmedin peki?” diyor, “E eğitimi.” diyorum, “Ben dee.” diyor. Anlatım bozukluklarını hiç bu kadar görmezden gelmiyorum. Sonra böyle anlatmakla olmayacağını, gidip yerinde görmemin en güzeli olduğunu, beni derslere götürebileceğini söylüyor. Ağırdan satacak halim yok, kabul ediyorum hemen. Hinliğimi de yapıyorum. “Ben toyum. Elimden tutmanız lazım.” diyorum, “Tutarız. Öle bi tutarız ki hem de.” diyor, işkilleniyorum. Sizli bizli konuşmayı bıraksak diyorum içimden.
Okul açılır açılmaz görüşmek üzere ayrılıyoruz. Ankara’ya gitmeyi aslen hiç istemiyorum o güne kadar. O günse İzmir’den sıkılıyorum. Kelime oyunları falan geride kalan şeyler hep diye düşünüyorum, ama Msn iletime ismiyle oynayıp “canısı” yazmadan da edemiyorum. O anlamasa da anlayan anlıyor.
Pegasus’a girip uçak biletlerine bakıyorum.