Birimiz onca yorgunluğun ardından nihayet cumartesi sabahı İzmir'e döndü. Bavulunda daha fazla eşyası, kafasında daha fazla düşüncesi vardı. Sonuçta Boğaziçi’ne daha önce hiç bu kadar yaklaşmamıştı. O gün interneti epey bi kurcaladı, yatay geçiş için tüm şartları sağladığını farketti. Boğaziçi her sene 2kişiyi alıyordu, bunlardan 1i neden o olmasındı. Sonra annesine baktı; babası, kardeşleri falan da hemen kareye daldılar. 3yıl sonra mezun olsa güzel olacağını farketti. Halbuse o Boğaziçi’ne geçerse bu ona en az 1yıla daha patlayabilirdi. Sonra ailesi de bu kararının arkasında durabileceklerini sanmadığını belirtti.
Birimiz genelde hayal kuran, ama çoğunu gerçeğe dönüştüremeyen biriydi. Komik olan da bu hayallerini yazarak ilerde her birini gerçekleştiremeyeşine ayrı ayrı pişman olacağını garantiye almak istemesiydi. Birimiz üzgündü, çünkü çok fazla risk alabileceği şartları yoktu. Başka insanların yerinde olmayı istediği pek olmazdı, ama bazen bazı arkadaşları kadar risk alabilecek fiziksel ve ruhsal koşulları olsun isterdi. Bu o anlardan biriydi. Sonraysa “Her şeyde bir hayır vardır.”a sarıldı. “Okulun mizah kulübüne de giderim, sonra heykel dersi de varmış. Hiç olmadı işletmeye geçerim.” gibi alternatif çözümlerde soluğu aldı.
Bu konu üzerinde daha fazla duramazdı; nihayetinde ondan teklif bekleyen bir otel, incelemesi gereken onca site, okuması gereken yığınla kitap, gelişmeleri yazması gereken bir mail grubu, izlemesi gereken filmler, cevaplaması gereken yığınla kandil mesajı vardı.
Bütün bunlar olurkeneyse diğerimiz, bir yere fazla basamadığı bir ayağına bir de herşeye rağmen sapasağlam olan diğer ayağına bakıyor, bir yandan da south park’ın çevrelediği bardağında bilmemkaçıncı yeşil çayını yudumluyordu. Benim hikayemde birimiz bendim, diğerimiz did. Onunkindeyse vaysavörsa.
>>>>Flaşbellek