30.12.08

engüzelyılbaşıarifesi



mely, ilan, heidi ve ben yeniyıl merasimi hasebiylen, bir tatlı huzur bulmak amaciyle, zaten gece insanı olmamamızdan mütevellit, yurdum ortak kafevari mutfağında sıradan bir geceyi biraz süsleyerek yaşamak kararı aldık birkaç gün önce. mely ve ilan sakin adamlardır zaten tanıdım tanıyalı. heidi nispeten sırıtmayacak olsa da gece olaylarında, böyle oturmalı versiyonlara daha bi yakışır o da. bana gelince zaten hiç bi zaman olamamışımdır tribün insanı. o yüzden güzel bi gece, muhtemelen şu okulda birbirinden çok fazla kimsesi olmayan bu 4insanın sadece bir arada olmaktan bile duyacağı mutluluk gibi sebeplerden ötürü böyle bir karar alındı.

Bu gün real’e gittik söz konusu gecenin alışverişini yapmaya. önceden çıkarmış olduğumuz listede neler yoktu ki. mercimek köftesi, paçanga böreği, şehriyeli pirinç pilavı, fırında tavuk, heidi’nin ilginç narlı tatlısı vs gibi bir çok tada yetişecek malzemeyi almak da bir o kadar meşakkatliydi takdir edersiniz ki. sonra dedik ki bu geceyi iyice güzelleştirmeli madem dışarı çıkmıyoruz, sofrasından yemeğine her şey güzel olmalı. acımadık paraya 6kişilik porselen yemek takımı aldık en güral’ından, bi daha gelmeyecektik ya dünyaya.

Dün de çekiliş yapmıştık zaten. aslında herkese hediye alma taraftarıydım, şunun şurasında kaç kişiyiz şurda zira, dahası bu adamlar benim özel günlerimi boş geçmemiş adamlar. gel gör ki parasal manada sıkıntılı bir dönemden geçiyor olmam, harcamaların gelirle uyuşmamak konusundaki kararlılığı, bir ekonomist olmama rağmen durum karşısında eli kolu bağlı durmam böyle alternatif bir yönteme itti beni. kimin çıktığını bir sır misali saklamak zorunda olsam da, yarını, fotoğraflarla an an ölümsüzleştirmeyi düşündüğüm o günü, yemeğinden hediyesine her şeyiyle, anlatacağım için inşallah, rahat olun diyorum, azcık daha sıkın dişinizi.

Her şey planlandığı gibi giderse hiç acımaz, yarın gece kaçta olursa olsun yazarım her şeyi buraya. bu adamlarla beraber olduğum anlar bile yeterince güzel zaten, yarına dair onca planı geçtim. yarın okul çıkışı soluğu ankamall falan bir yerlerde alacağım gibime geliyor, çekiliş vesilesiyle bana çıkan şanlı kişisi için.

Son turlara yaklaşırken ralphlexy de yarın gece bizimle olacak gibi görünüyor. deyim yerindeyse, ki değil, ekmeğimize bal sürüyor bu. eğlenceyi katlıyoruz vakit daraldıkça. 6kişilik en güral’ından porselen yemek takımı dedik ya, biri boşta kaldı anlaşılan. bugün de muhabbeti oldu, hep de olur, ben birini çok seversem her yerde anlatırım onu zira. mellö diyorum, gelsene sen de yarın. harbi imkanın olursa gel yani. şimdi bilmiyorum, haz etmiyorum aslında buvari tavırlardan pek ama, başımın üstünde yerin var yani bil. evde geçircem demişsin, ona binaen bu teklif de. bak burada, bilkentte, hafif yeltenen ama reddettiğim arkadaşım da var yani, bloggerdan da başka davet etçeğim kimse yok mesela.jest işte kızım anlasana.
- hanım sen de sofraya bi tabak daha koy.

26.12.08

UnderGrowedGirls




bizim okulda peynir ekmek gibi satan bu meşhur botları friends'in 1997de yayınlanmış 3.sezonunda görmek şaşırttı beni.oralardan bir yerlerden bulup bir moda akımı da ben oluştururum belki ümidiyle, izliyorum şimdi. buarada phoebe aşık olduğum insan şu dizide, ve onun gibi kızlar hayatta.

25.12.08

o kız saf kötülük yok içinde

dün geceki telefon konuşmamı şuraya yazabilseydim eğer, türkfilmi tadında bir aşk hikayem olduğunu anlardınız.

22.12.08

she is lying!!

“Bu kız saf kötülük yok içinde”li cümleleri kuran kızların şarkılarda şiirlerde vücut bulan bu dillere destan özelliklerine, aynı cümleyi kendisiyle ilgili yorum cümlesi adı altında kullandığım kızlarda bile uğradığım, uğrayabildiğim hayal kırıklıklarında defaatle yanlışladım. yetmedi nice kız arkadaşımın hemcinsleriyle ilgili yorumlarından çıkardığım yegane sonucun aynı başlık altında toplanan bu insanların birbirlerini kendisine sahip olmakla suçladıkları bu karakteristiği parantezine alınabilecekleri bir ortak özellik olarak taşıdıklarını fark edemediklerini sezinledim. hemcinslerim diye söylemediğim erkeklerin aslında safın süzmesi oldukları gerçeğini ezber edecek kadar dizi, film, ayakşovu da izledim çok şükür. istisnaların hayattaki yeriniyse fenbilimleri derslerinin yanına yıldız konan dipnotları sağ olsunlar zihnime ağaçlara kazıdıkları sevgililerin isimlerinden çok da uzak olmayan bi muameleyle kazıdılar. ben kızları samimi bulmadım velhasıl(anafikir), çoğunu diyelim ya da da kızana gücenene de yer açalım. ama adlarını dile getirmenin yalakalık olarak algılanma, algılanabilme ihtimalinin vesile olacağı suizanna sebebiyet vermeyecek kadar duyarlıyız çok şükür.

***

Lincoln’ün de son haftalardaki performansı sanılmasınki gözümüzden kaçıyor. maşallah.

20.12.08

bi yastıkta kocasınlar.

Heidi ve sevgilisinin yıldönümü bugün.bu yazı da onlara ithafen.

resimdeki yastığı heidi, yazısından elyafını doldurmasına kadar, kendi yaptı. oralarda bi yerlerde kızlar kalkıp aa ne var bunda triplerine giriyorlarsa dahi, biz erkeklerin-terzileri tenzih ediyorum burada-buna, bundaki şirinliğe, orijinalliğe ucundan kıyısından köşesinden yaklaşabilecek bir şeyi yapma ihtimallerinin düşüklüğü benim davamda ne kadar da haklı olduğuma delalet ediyor adeta. uzun kocaman bi yastık bu, bizim evde pabucu çoktan dama atılan, üzerinde iki kişinin rahatlıkla kocayabileceği, o sert, yünle ağzına kadar doldurulmuş yastıkların modernize olmuş versiyonu bi nevi. ama neresinden bakarsan güzel, eğlenceli, bizim heidi kokan bi şey velhasıl.

İkisiyle de ayrı ayrı muhasebesi olan belki de tek insan olan, hatta onların tanışmasına (kazara) vesile olan ben, şimdi bulunduğum yerde ikisine ayrı ayrı bakamıyor olmaya çok yakınım. bunlar bu okulu beraber devirir, hatta bitmesine müteakip evlenir, hatta belki heidi’ye kalsa yarına evlenir diyebildiğim sayılı(1) çiftten biri, dostlardan ikisi. birbirleri için yaptıklarına bakmak bile yeterliyken, ellerinde olsa yapabileceklerini de bilince insan, önceki bölümlerde izlediği çoğu ilişkinin üstünü çiziktiriveriyor.

Arkadaşa ihtiyacımın tavan yaptığı şu sıralar, birbirinden değerli vakitlerinde bana da yer ayırıyor olan; sevilmeyesi onca karakteristiği üzerinde taşıyan, hep çok hep boş hep gayriciddi bu bünyeyi tahammülü “Yaratılanı severiz yaradandan ötürü.” felsefesine binaen sonuna kadar götüren bu iki insana kucak dolusu sevgiler benden. çok yaşasın bu adamlar. bi yastıkta kocasınlar heidi’nin de dediği gibi.

17.12.08

sa-mim-i

bir masaüstü mimi furyasıdır aldı gidiyor anlaşılan. blogrollde her on başlıktan dokuzundan bunu çıkarıyoruz zira.bana direk bir teklif gelmemiş olsa da-en azından ben görmedim-yorum bölümünde prncfrn'ın mimimsi tavrına binaen printscreene gitti elim.sade bir masaüstünün bence dağınık hali bu.

ufak çaplı bir açıklama yapmak gerekirse:

mozillaya bir türlü alışamayanlardanım.
gomsa dizi mizi iyi oluyor diyorum.
picasa bir ukteydi bende. formata kadar bilgisayar nedense kasıyordu zira. hevesimi alıp silerim gibime geliyor.
screamersa çok beğendiğim bir radyo programı. o da yeni katıldı aramıza.
skype, flash get ve explorerı geçersek pes tartışmasız favori oyunum.
altında reseachpaperıma aldığım feedback.
desktop watchable zaman içerisinde boş vakitlerde izlediğim dizi vb.
darkknightı gözümüze mi sokuyorsun derseniz, hayır.
7gblık bi film olduğu için gom kastı galiba. masa üstüne atmam gerekti birara, öyle kalmış.
sağdaki juninhooo asıl olayın bittiği yer. müzik, resim vb. herşey orda.
altında anlaşılacağı üzre derslerle alakalı herşey.
bi hediye listesi yapıyorum present list diye (:
sonra screamerda beğendiğim, indir-ilesi şarkıların listesi.
ders programım onun hemen altında.
bi de printlemeden fareyi mediaplayerın üzerine getirdim kasıtlı. reklamı olsun dedim coldplayin.

benden bu kadar. çoğu bloggerınkine bakınca nispeten sade bir masaüstü bence. kimseyi mimlemeli mi bilmiyorum ama Mellönün masaüstünü merak ediyorum bu yüzden onu mimlemiş olalım (: ha bi de Ralphelxy, bi de Hulahop Çeviren Zombi olsun bakalım.

16.12.08

cevap gecikmedi sayın seyirciler



Sezeni harbi severim ben. yani oturup bütün şarkılarını sayacak, her birine ayrı ayrı eşlik edebilecek biri değilimdir ama severim onu. ayrı severim. bi konserini düşürüp gidemedik diye de hayıflanırım günaşırı. Avrupa yakasında öğrendik ki “şanıma inanma” diye bi şarkısı varmış. bu bölüme müteakip defalarca dinledik bu şarkıyı. ben o zamanlar yeni okulumdayım tabi, yeni ortam falan. bu euphy denen öfi diye okunan arkadaşla, bunun o zaman henüz içindeki şarkıları sanıyorum silmediğim ipodunda (jesti de burda), kulaklığı bölüşerekten art arda sıkılmadan kim bilir kaç kez dinliyor, şarkının most played listesinde en üst sıralara doğru emin adımlarla ilerlemesine vesile oluyorduk. Euphyden gelen jestte aklım hemen bu şarkıya gitti. Açtım bi daha dinledim. bu şarkı belki bizim dostluğumuzda üzerine çokça şey yazılası. ama bırakalım bizim dostluğumuza kalsın o. bu da euphy’ye, jestine nacizane bi karşılık, bi iade-i ziyaret, bi Allah’ın selamını geri çevirmeyiş. ne dersen de.
ps. yukardaki resim "eyvallah" yazınca çıktı, güldüm ben de baya, koy lan dedim.eyvallah euphy :D

5.12.08

a piece of chalk, tozsuz tebeşir, boardmarker.

yeşil tahta önünde bir cümleyi defalarca yazma cezası hep hayalini kurduğum cezalardan. Buna en çok yaklaşabildiğim zaman henüz ortaokuldaydım ki o zaman da cezam deftere “bir daha arkadaşlarıma lakap takmayacağım.”ı 150 kez falan tekrarlamaktı.
Lise yıllarıma gelindiğindeyse bu gelenek yerini alternatif cezalara çoktan bırakmıştı. Oysa tozlu tebeşirlerin tahtayı silenlerin omuzlarına yüklediği onca yükü düşünürsek, iki uçlu bi ceza olma potansiyeline sahipti. Yazanla silen arasındaki muhtemel bi gerilimin de habercisiydi ayrıca bence.

O tozlu tebeşirler amatör ruhla ilerleyen, bu ruhu sayesinde yeşil sahalardakine benzer bir şekilde, ara sıra da olsa başarılara imza atan bi okulun göstergeleriydi belki de. Bu arada sıradalık eğer benim okuldan ayrıldıktan sonra yaptıklarımı, ki bunlar bile neye kime göre başarı, katmazsak gerçekten on-onbeş yıla bir denk gelen bi başarı olacaktı ki sonyninki bunlardan ilki sayılabilirdi(bkz odtü elektrik elektronik, oo yeee). Okulun onbeş yılı aşmayan eğitim hayatından bahsediyorum.

Lise sona geldiğimdeyse artık bendeki deha görmezden gelinemez olmuştu anlaşılan ki kolejlerden yağan tekliflerin ardı arkası kesilmiyordu (:P). Başarıya aç bir ailenin iyi huylu çocuğu olan ben, bu teklifi hiç düşünmeden olmasa da ilk düşüncemden farklı olmayan bi şekilde kabul ediyordum. Arkada bıraktıklarımla yanlarına gittiklerim arasında dağlar kadar fark vardı ki yatılı bi okulu neyine güvenip de gidebilen bir adamın kaçınılmaz kaderiydi bu. Zira bu adamlar senin arkanda bıraktıklarınla yaşadıklarını bir yılda on kez yaşamış, bin eklemiş, limiti de sonsuza göndermişlerdi çoktan. Ama olsun, onların tozsuz tebeşirleri vardı. siyah kazak alıp gömleğin üzerine geçirmek de bu yüzdendi ya! Kendine, tebeşire olan güvenin açık bir göstergesiydi simsiyah vücuda oturan kazak. Oysa geldiğin okulda bordo hırkanın güçsüz omuzları tebeşire çoktan teslim olmuşlardı.

Sonra bilkente gelmiştin. kantininde “burslular ve köpekler girmez.” yazan yere (: . Boardmarker’a geçmenin zamanı çoktan gelmiş de geçiyordu bile. Büyüdüğüne, geliştiğine işaretti bu. Daha bi güvenle yazıyordun artık whiteboard’a. Yeşilden hayatında iki yerde sıkılma ihtimalin vardıysa bunlar askerlik ve okuldu muhtemelen. Beyaz da nispeten iyi bir alternatif sayılabilirdi. İlkokulda ya da lisedeyken özendiğimiz bu tahtalardan bu kadar çabuk sıkılıp yeşilin hüküm sürdüğü günlere özlem duyacağımız o zamanki aklımızla ne anlam vereceğimiz ne de dikkate alacağımız bir gerçekti. Oysa şimdi “ahh”lı cümlelerin kahramanı bu format.

Bugün iki boardmarkerı birden elime alınca fark ettim bunu. Çok güldüm bu okula, kendime. Özentiymişim ben meğersem haberim yokmuş.Şşimdi mesela neye özeniyorum? homeschooling diye bişey var ya, o olabilir. Ben deneyemem tabi çocuklarımda, yemez. Sağda solda biri denesin de göreyim isterim ama. Bunu isterim.