3.12.12

Eller ve enseler

Yüksek lisansla ilişkimde bağlanma problemleri yaşasam da, şurada sayılı günlerimiz pareto efficiency, dynamic programming diye geçse de, nerede olduğumdan ziyade nereye gitmek istemediğimi az çok belirlesem de  iyi şeyler olmuyor diyemem. Burada haftanın en sevdiğim günü çarşamba ise bir sebebi var: yaratıcı yazma atölyesi.

Yaptığımız, romanları YKY'den yayınlanmış bir hocamızın etrafına üç dört kişi toplanıp bize ayrılan bir buçuk saat zarfında öykü konuşmak ve konuşmaktan arda kalan sürede nacizane bir şeyler karalamak. Dedim ki madem yazıyoruz ve yazdığımız okunsun istiyoruz, koyayım yazdıklarımı bloga. Yarım saatte yazılmış öyküden ne beklenir bilmiyorum. Hem ben kendi yazdığıma kefil miyim? Sanmıyorum. O yüzden bu noktada kanal değiştirmek serbest, ama darılmama sözü de veremem.

Geçen hafta diyalog üzerine konuştuk. Sonra da içi mesleklerle dolu bir poşetten iki tanesini rastgele seçip bu iki adamcağız asansörde kalsa ve onları sadece konuşturarak bir öykü yazmaya kalksak ne çıkarın peşine düştü. Bana falcı ile berber çıktı. Yazması çok zevkliydi, okuyandan aynı hazzı almasını beklemek abesle iştigal olur. Tabi bu benim beklemeyeceğim anlamına gelmez.

Eller ve Enseler


-        - Yukarıda bir şeyler oluyor.
-         - Efendim?
-         - Zemine gelmeden bozulmasa bari.
-         - Bana mı diyorsunuz?
-         - Fala inanır mısın?
-         - Geldik mi? Niye durdu ki bu şimdi zank diye?
-         - Fala, diyorum, inanır mısın?
-         - Hay sıçayım! İşe geç kalıcam bu gidişle. Alarm sesi niye bu kadar kısık ki!
-         - Bugün de açmayıver dükkanı.
-         - Ne dükkanı?
-         - Berber değil misin sen? Bugün de açmayıver dükkanı.
-         - Nereden biliyorsun berber olduğumu?
-         - Fala inanır mısın?
-         - Haha! Kusura bakma, benden para koparamayacaksın.
-         - Boşuna ümitlenme, bugün gelmeyecek.
-         - Kim gelmeyecek? Gevezelik edeceğine sesimizi duyurmanın bir yolunu bul be kadın!
-         - Güvenlik yarım saattir telefonla konuşuyor, birinin duyması imkansız.
-         - Sen bütün bunları nereden biliyorsun yahu?
-         - Fala inanır mısın?
-         - İnanmam. İnanmak da istemiyorum.
-         - Bugün gelmeyecek.
-         - Kim?
-         - O, ensesine aşık olduğun.
-         - Nereden biliyorsun?
-         - Fala inanır mısın?
-         - ....
-         - Ne kadar zamandır berberlik yapıyorsun?
-         - Onu da bilsene sıkıysa.
-         - Biliyorum, ama insanların mecburen doğruyu söylemelerini izlemek hoşuma gidiyor. Ne kadar zamandır berbersin? Hem zaten bir süre daha burada tıkılı kalacağız anlaşılan, tadını çıkaralım bari.
-         - Ondört yaşımdan beri.
-         - Neden liseye gitmedin?
-         - İşimi sevdim.
-         - İşini değil yaptıklarını sevdin.
-         - Ne fark eder?
-         - Yazık, bütün bir ömrü gördüğün enselere aşık olmakla mı geçireceksin?
-         - Hafife alma.
-         - Aldırma öyleyse, anlat. Konuş ki duyabileyim.
-         - Hani zaten biliyordun.
-         - Sen değil miydin benden metelik koparamazsın diyen? Yok öyle bilâbedel hizmet. SSK mıyım ben? Hem belki psikologluk hizmetimi meteliğe şayan bulursun.
-         - Erkek tenine hayran oldum. İlkin ustamın jileti yanakta kaydırışından, makineyi bastıra bastıra üç numaraya vurduğu kafanın bana mısın demeyişinden etkilendim. Sonra birgün kendim o yüzlere, o tenlere dokunmaya başlayınca daha da fazla etkilendim. O köşeli çenelerde, belirgin elmacık kemiklerinde jilet gezdirmeyi, traştan hemen sonra sert ama pürüzsüz sakal köklerine dokunmayı sevdim. Makinayı kafasına her bastırışımda geri iterek verdiği o erkeksi tepkiyi, üstleri biraz daha kısaltma bahanesiyle sürtündüğüm kaslı kolları... En sevdiğim kısımsa ense traşları. O kalın, güçlü boynu seyrederken jiletle usulca dokunmalarımın bir erkeğin içini gıdıkladığını bilmek... Sonra önümde lavaboya eğilmiş o kafanın acziyeti, ellerim saçlarının arasında gezerken artık iyice iç içe olduğum vücudu... Bunlardan vazgeçemediğimi anladığımdan beri berberim. Sen ne zamandan beri falcısın?
-         - Elini versene.
-         - Ne yapacaksın elime?
-         - Versene, lütfen.
-         - ...
-         - Çok güzel, güçlü ellerin var.
-         - Falcılığın kadınlara ilgi duymadığımı görmeye yetmedi mi?
-         - Benim erkeklere ilgi duyduğumu kim söyledi?
-         - Kadınlara mı ilgi duyuyorsun?
-         - El falı bakıyorum ben.
-         - Yarım saattir elime bakmadan atıp tutuyorsun ama?
-         - El falı bakıyorum çünkü ellere aşığım. Bugüne kadar binlerce el tuttum. Bazen seninki gibi güçlü, büyük erkek elleri, bazense ince, uzun tırnaklı, narin kadın elleri... Beni bu tutkuyla imtihan eden Tanrı’nın mükafatlandırma şekli yeteneğim. Ben avucunun içinde parmaklarımı gezdirip kıvrımlarını hafızama alırken müşterim, hayatına dair bildiği bütün şeyleri bir de benden duyuyor, bundan zevk alıyor ve bir de yetmezmiş gibi bana para ödüyor. Hafızam küçük bir şehrin nüfusuna yetecek kadar insan eliyle dolu. Hırpalanmış, yorgun inşaatçı ellerini de biliyorum, ekseriya nemlendirilmiş liseli genç kız ellerini de. Ve hepsinde kendine has bir güzellik, sevilmeye değer bir şeyler bulabiliyorum.
-         - Yani? Sen de bütün bir ömrünü gördüğün ellere aşık olmakla geçiriyorsun bak.
-         - Haha! Haklısın.
-         - Peki, o gelmeyecek dediğin, nereden bildin? Onu nasıl görebildin?
-         - Asansör oldu galiba.
-         - Nasıl bildin? Söylesene!
-         - Sen inanmasan da fala inanan insanlar var.
-         - Tamam ama onun falında çıkanın ben olduğumu nereden bildin?
-         - Onun da çok güzel elleri var, sen göremesen de...
-         - Anlatsana kadın, onun falındakinin ben olduğumu nasıl anladın?
-         - Çok güzel ellerin var. Binlerce el gördüm bugüne kadar ve hepsini tek tek, ayrı ayrı hatırlarım. İki haftada bir sana traş olmaya gelen, bunu ihtiyacı olduğundan değil de senden hoşlandığı için yapan birinin, durmadan saçlarında gezen, yanaklarını okşayan elleri ezberleyemeyeceğini mi düşünüyorsun? Bana senden, en çok da ellerinden bahsetti. Çok güzel ellerin var senin...
-         - Peki neden gelmeyecek?
-         - Zemine geldik. Gitmem gerek.
-         - Nereye gitti? Nolur söyle!
-         - Fala inanır mısın?

Kasım '12

2 yorum:

gülş dedi ki...

çok beğendim, acaip beğendim, aşırı beğendim. nereye gitmiş allah aşkına?

cündebaz dedi ki...

Böyle çok okuyan biri çok beğenince ben de çok sevindim, acaip sevindim, aşırı sevindim. :) Nereye gitmiş? Bilmem... Bir de onun hikayesini yazasım var.