Daha geçende senden ” ergenlik öncesi dönemime damgasını vuran adam” diye bahsediyordum. Yanılmışım. Aslında sen ondan çok daha fazlasıymışsın. Aslına bakarsan sen halen daha hayatımda eksikliğinden mütevellit aşamadığım bazı şeyler olan insanmışsın. Nasıl mı? Anlatayım.
Biz daha çok küçükkene, doğumda senin göbek bağının mahallenin geri kalanına splitter ile bağlı olmuş olmasından mütevellit olsa gerek, mahallenin tüm çocukları hababam peşinden koşardı senin. Sen bir guruydun onlar için adeta. İki dudağının arasına o dönem Hamdi Alkan’a bile bakmadığı kadar dikkatli bakıyordu onca çocuk. Sen aşağı inince ne istersen o oynanırdı, önceden bilinen bi oyunsa bile kuralları bir kez de senden dinlenirdi, dinlense iyi olurdu. İstop’ta renklerin tasdiki gibi zor bir görev de senin omuzlarındaydı. Sen büyüklerle top oynardın, 3-4 yaş geriden izlediğin halde mahalle takımına çağırılırdın, sen taa o zamandan futbola yazdırılmıştın. Yöresel oyunların hemen hepsinde birinciydin. Öte yandan bilye gibi annene iş çıkaracak oyunlara hiç girişmezdin. Simit’te en az sana vurulurdu, doğrusu sana vurulumazdı, gizli bir kalkanın vardı adeta. Birler basamağının gelmiş geçmiş en büyük primini yaptığı kart oyunlarında sen hep yutan elemandın. Senin destelerini ablan getirirdi; 5li, 10lu, 15li olarak kümelenmiş destelerin olurdu. Tasoların hep yepyeniydi, Pikachu ilk sana çıkmıştı (Aslen burada ünlem var). Okullarımız aynı olmadığı için çok bilgim olmazdı ama olasılıkla okulun en güzel kızı seninle çıkardı (Ki baktım, o kız evrimini tamamlayınca çok tırt bişey olmuş.). Törenlerde sunucu sen seçilirdin, şiirler sana okutulurdu. Elimde kesin bi veri olmadığı halde şundan eminim ki 23Nisanlarda ve 19Mayıslarda statta okulun bayrağı sana taşıttırılırdı. Kabul etmeliyiz ki Celal, sen özeldin, hatta belki de seçilmiştin.
Oysa bizim yıldızımız hiç barışmamıştı. Kavga gibi somut sebeplerden bağımsız olarak birbirimizi hiç sevmiyorduk (Aslında ben seni sevmiyordum, sen beni kaale almazdın.). Yıllarca mahalledeki en güzel aktiviteleri, belki nice dostlukları sırf bu yüzden ıskaladım ben. Sırf sen varsın diye kaç doğumgününe gelemedim, belki kaç mahalle maçında sağ beke çok yakıştırıldığım halde sırf senin gibi değerli bir ofansif orta saha oyuncusunu kaybetmemek için beni çağırmadılar. Bu ve bunun gibi bir sürü sebepten ötürü ilkokul, ortaokul ve lisede hep söz konusu arkadaşlarımı mahalledekilerden çok daha iyi lanse ettim, onları gönül bahçelerimin yanından ırmaklar süzülen evlerinde yaşattım. Belki de aslında çok mutsuzdum. Mahalledeki bütün bu içine kapanık, bu bohem imajım bu yüzden belki.
Öte yandan Celal, eğer bizim mahalledeki ilkokul, akşamüstleri üniversiteye dönüşmüyorsa geride kalan bir çoğu ve sen doğru düzgün bir üniversiteyi kazanamamıştınız (Her ne kadar babam “ben sana adam olamazsın demiştim” şeklinde mesajlı kısa öyküyü çok iyi bilse de). Senin domestik şanın öylece kalakalmıştı. Benimse isminin baş harfleri çok önceden bir komedyen tarafından fethedilen birinden beklenmeyecek kadar iyi bir repütasyonum vardı. Şanım alıp yürümüştü.
Ama olsundu Celal, Serdar Ortaç’ın sözlerini yazdığı bir şarkıda da geçtiği gibi “Yaşandı bitti, suç ve cezası”[Tamamı dinlediğinde aslen ne demek istediği umrumda değil (Serdar Ortaç’ın birşey demek istemesi?)]. Bunca yaşanandan sonra bütün o kalender insanlar gibi ben de “Olsun. Pişman değilim.” diyorum. Bak Celal, anlayacağın dilden konuşayım: tabiri caizse sen Gary Oak iken ben Ash Ketchum idim. Celal, bir gün gelecek ben elinden tutacağım sen düşünce. Aramızdaki soğukluk düzelmeyecek belki ama skor benim lehime dönmüş olacak. Sen hiç bir şey olmamış gibi arkanı dönüp gideceksin ama 70 milyon bilecek kimin ne olduğunu. Ben, bütün bu potanseyilinin farkındalığı yetim sayesinde, bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde selam vereceğim sana. Senden de aynı olgunluğu, aynı erdemliliği, aynı kadirşinaslığı bekliyorum. Son bi ricam var; seni bilemeyeceğim ama saçların hep böyle kalsın Celal.
Celal, Yusuf ve Çağlar. Her biri ayrı birer öykü. İç açıları toplamı 180 derece etmeyen bu üçgen bu gece önümden yürürken benimle karşılaşmaya niyetli oldukları belliydi. En yavaş halimin bile onların mevcut yürüyüşlerinden hızlı olduğu dikkate alınırsa onlarla karşılaşmamam imkansızdı (Yusuf'un yaylı diye tabir edilen yürüyüşü bu sorunda yok sayılmıştır). Neyseki az önce yanından geçtikleri merdivenlerden de bizim apartmanın önüne çıkılıyordu. Ve malesef onlara “Bir dahaki sefere!” diyerek el salladığımda onlar artık benim arkamdaydılar.