12.5.09

acımasız gerçekler.

Süper lise gibi arada bir kavramı tecrübe edenlerden biri de benim. Artık gözlemlediğim kadarıyla tedavülden kalkmış olmasının bana tek ve en büyük katkısı “bizim zamanımızda”lı bir cümleyi kurarken gram gocunmamam olsa gerek. Bizim zamanımızda süper liseler vardı, fen veyahut Anadolu lisesinden aşağıda, düz lisedense yukarıda bi yerlerdeydi. Elbette ki bir fen lisesinin zaten yanına yanaşmaya kalkışmıyordu, ancak takdir edersiniz ki Anadolu lisesinin aradalığından biraz daha aşağıda bir aradalığı da hak ediyordu. Ama benim aldığım reaksiyonlardan fark ettiğim kadarıyla ne düz lisenin düzlüğüyle ne de Anadolu lisesinin anadoluluğuyla yaptığı sükseyi, o, muhtemelen hedeflenen aksi olsa da, süperliğiyle yapamıyordu.

Bu arada kalmışlıktan mütevellit eziklik her bedende farklı farklı filizleniyor, çeşit mi çeşit meyveler veriyor, ama aynı zamanda adama kendini istediği tarafa yakın hissetme özgürlüğünü sunuyordu. Burada benim kendimi nereye yakın hissettiğim –ki nispeten çalışkan bir öğrenci olduğum düşünülürse bir ineğin aksini iddia edişi olacak bu- bu yazı adına cidden önemsiz. Sadece merak edenlereyse zaten bir mail kadar uzağım.

Petek dinçöz zamanında görseldeki klibi çektiğinde sizi bilmem ama benden tam not almıştı. ve o zaman fark etmediğim gerçeği şimdi şimdi idrak ediyordum: Benim etrafımda öyle kızlar vardı. Yani sulu şakaları seven, hatta sadece sulu şakaları seven kızlar.

Yukarıdaki arada kalmışlık mevzuuna burada bağlamaya kalkarsak eğer, onların ne düşündüğünü bilmem ama ben onları hep fen lisesi tarafına yakın görmüştüm. Evet, belki çok zeki görüntüsü çizmiyorlardı ama önceki hayatlarında at olduklarına dair derin şüpheler uyandırmayı kusursuzca başarabiliyorlardı. Veyahut herhangi bir geviş getiren hayvan diyelim, daha genel tabirlerden hoşlananlar için.

Kim miydi bunlar? Fulyalar, Kamuranlar, Aylinler.

Nasıl mı? Onlar okula sadece okul için geliyorlardı, bizim onlar için hiçbir önemimiz yoktu. Onların ödevleri daha okulda biterdi. Hoca aksini söylemedikçe konuşmazlardı. Her teneffüs hocaya soracak soruları vardı. Biyolojide iyiydiler. Ya da tarihte. Rutin diye bile tarif edilmeyecek şeyler yaşar, silgileri düştüğünde yanındakiyle bunu ciddi ciddi kıhkıh sesleri çıkararak gülerlerdi.

Sonra yaz gelirdi. Havalar ısınırdı. Pikniğe gitmek isterdik, ama okul böyle organizasyonlara girişmezdi. Sınıfça dersleri ekip gitmek gerekirdi. Ve bütün sınıf ekerse sorun olmaz derdi biri hep, sadece ona gelirdi bunun haberi birilerinden. Sonra Fulya ve Kamuran da ikna olurdu.

Bir sabah, her şeyi alır, giderdik.

Piknikse güzeldi, onlar sırayla beslenmelerini yer, tabaklarını çanaklarını bir bir yerleştirirlerdi eski yerlerine.

Sonra kola, fanta şişeleri boş boş orada dururdu. Birisi ilerdeki çeşmeyi fark ederdi. Sonra bir şişeye, bir suya bakardı. Sessiz sedasız sokulur, şişeyi alır, çeşmeye gider, doldurur, hiçbir şey yokmuş gibi de geri dönerdi. Sonra birini ıslatırdı, sonra beni. Sonra biz de şişeleri alırdık, biz de ağzına kadar doldururduk. Sonra savaş başlardı.

Es kaza su fulyaya veya kamurana sıçrardı, ki birine sıçraması diğerine de sıçraması demekti. Sonra olan olurdu. Fulya veya Kamuran veya her ikisi, bir anda sarhoş olurlardı sanki. Savaşa dahil olmakla kalmaz, adeta komutayı ele alırlardı. Ne prensip kalırdı ortada, ne başka bir şey. Kendi adlarına çok eğlenirlerdi. Bense bir şişe suyla bir yılın öfkesini kusuyor olurdum tabiri caizse. Sırılsıklam kıyafetleri, dapdağınık saçları, gülen yüzleriyle ergenliğe çoktan girmiş ancak bir türlü çıkamamış o kızlar; kendilerine çok yabancı bir hayatı, petek dinçözün kliplerindekine taş çıkarırcasına yaşarlardı bir süreliğine de olsa.

Sonra savaş bittiğinde, bir köşeye geçer, kendilerini kurumaya bırakırlardı. Hiç bir şey olmamışçasına okula gelirlerdi ertesi gün. Biz de gizli bir anlaşmanın mahkumları olarak ne o yaşananları bir daha dile getirir ne de hatırlardık. Her seferinde o bir ilk olurdu bizim için.

İşte bugün o günlerden farklı benim için. Zincirlerimi kırıp sizin de anlaşmanızın da canı cehenneme dediğim gün. Ya da o günlere, fulyaya, kamurana duyduğum özlemin yazıya vurumu.

5 yorum:

kim acaba:P dedi ki...

bu kadar uzun şeylere karşı beklediğim çıkmıycak önyargısı taşıdığımdan okumak gelmiyo içimden yaa=)

cündebaz dedi ki...

bu kadar uzun şeyleri yazmasam olmucak önyargısı taşıdığımdan yazmamak gelmiyo içimden yaa (:

=) dedi ki...

devam et o zaman ne diyim:D

Aylin Balboa dedi ki...

1000 yıldır değişmeyen çeşme kuralını hatırlamak burunlarımın direklerini sızlattı resmen. O zamanlar kameralı cep telefonları olsa bütün kamuranlar artis olurdu bence. Ama fulyalar olmazdı sanki. Öyle gibisime geldi şimdi düşününce. Aylinlerle ilgili yorum yapmak istemiyorum. Üstüme varmayın.

cündebaz dedi ki...

eğer bir gün yeterince dürüst olabilir ve aslında bütün o pikniklere hepimiz sadece o çeşme için gittiğimizi söyleyebilirsek dünya o zaman yaşanılır bir yer olur. öte yandan facebooktan falan takip ediyorum; ne fulya, ne kamuran ne de aylin. o dönemi suskun geçirmeyi tercih eden Rüya şimdilerde çok can yakıyor.