28.5.09

yok o da değil de,


lastfm
de herhangi bir kimsenin profilinde "dün sabah görüldü" cinsinden şeyler yazması. çok dizi izliyoruz. demedi demeyin.

ich bin selfishjean


baklava desenli kazağın, kovboy şapkan, göğüs kıllarının ardına saklanmış burma özgüveninle,
seni versinler ellere. beni zaten sen vurdun. (ydı)

27.5.09

idrak;



değerini bilmek gerekir aşkın :)))))))

ve malesef siz yok artık, biz var.


yüzyılın aşıklarına, bana bunu farkettirdikleri için teşekkürler .

.noktalı yazı



iyi günde yancı, kötü günde sancı insana. bir yudum suluk işin var da, bakma.

26.5.09

çi-ki-ta

üç gece evvel rüyamda sertab'la konser öncesinde buluşup yarım kalan sohbetimizin devamını konser sonrasında getirmek için sözleştiğimizde kendimi bunu twitterdan ona iletmeye çalışacak kadar ciddiye almıştım.

bir gece evvel, yine rüya aracılığıyla da olsa, yavuz bingöl'ü viva la vida söylerken gördüğümdeyse kendimi ne kadar ciddiye alsam da yapabileceğim birşey yoktu. diye düşündüm.

sonra bugün sanatçı olmalıyım dedim. bunu yapabilmek içinse şarkıcı olmalıyım dedim. şarkıcı olmak içinse bir ışık, bir el gerekliydi. bu rüyaların iyi ekmeğini yerim dedim. zaten önümde 7 yıl vardı. 7 yıl sonra uyuşturucudan ölecektim. ama sonra bu resmi gördüm. kariyerim başladığı yerde bitti. gülmekten öldüm.




22.5.09

orda bi yerlerde çok sevdiğim bi grup var;

facebookta da dile getirdiğim üzre "yağmurdan sonraki toprak kokusu"nun fanı olan bir grup arkadaşımı öpme kampanyası başlattım. ankara boş durmadı, dün mü ne tepemize yağmur indi. ama ben o arkadaşlardan birini dahi göremedim etrafta. benim öyle bir fetişim olmadığı halde zaruretten dolandım durdum, kokuyu önce burnuma, burnumdan da ciğerlerime doğru keyifli bir yolculuğa çıkardım. ama heyhat, birini bile göremedim o adamların. peki ama o şemsipaşapasajındaseslerigibikendileridebüzüşesiceler nerdeydiler?

cevaplarını yorum kısmına yazarlarsa sevinmekle kalmam.

18.5.09

ölür müsün?

Omegle az çok blog takip eden herkesin er ya da geç tanışacağı bi platform. bu gün bi arkadaşımın nickinde omegle'a dair birşeyler görünce kendimi inanılmaz bir geyiğin ortasında buldum. konuşmamızın herhangi bir yerinde "hadi girelim şu merete" gibi bir teklif ikimizden de gelmese de konuşmanın ilk kısmının sonunda ikimiz de bunu yürekten istediğimizi itiraf ediyorduk. o girmişti, ben de girmiştim, birbirimize rastlama riskini ikimiz de almak istemediğimiz için şifre olarak "bi şartım var alta geçmem"i seçmiştik. şükür ki öyle birşey olmadı. neyse konu o değil.

bütün gece can sıkıntısına müteakip buhranlarla boğuştuğumdan omegle'a da alternatif tıpın bir çaresi olarak bakmadan edemedim. aslına bakarsan planladığımdan daha başarılı oldu bile diyebilirim. şöyle ki hollandadan bir kızımızın msn adresi şu an elimde, ama ben kötü emel eksikliği yaşıyorum.

ve kızımız dediğim bu nevi şahsına münhasır organizma türkiye sınırlarında "çabuk ergenliğe giriyorlar abi yaa" dediğimiz nice kızdan daha çabuk ergenliğe girmiş anlaşılan. yanlış anlaşılmasın, bütün bunları sadece bir profil resminden çıkardım. herneyse.

omegle macerasını tecrübe eden bilir, bu kadar kolay bitmiyor hiç biri. elbetteki nice deneyimim oldu orada. ne hepsini burda anlatabilecek kadar cesurum ne de bu blogun hitap ettiği kitle bunları duymaya hazır. ama yukardaki resmin olayına da değinmeden etmiyorum, edemiyorum. bir finlandiyalı arkadaşı ben female olduğumu iddia etmek suretiyle taklaya getirdiğimde onun omegle satırlarına yansıyan hislerini görmeliydiniz. bana fotoğrafını göstermek istediğinde vay be ne salak demeden edemedim, ama ulaştığım fotoğraf resimdeki adam çıkınca, ona türk olduğumu söylediğimi düşünürsek, dünyanın en salak insanında bile emanet duracak bir hareketti.

resimdeki delikanlıyı tanımayan yoktur; selena dizisinin murat öğretmeni. omegle'ın stranger olarak tarif ettiği, ama bir kaç cümlemden benim sihirli annem, bücür cadı gibi sihir barındıran dizilere olan zaafımın farkına varıp bunun üzerine giderek, beni cinsel kimliğimle karşı karşıya getiren o adam, benim içinse hayatımın uzun bir dönemine damgasını vuracak olan insandı. belki de bundan sonra binlerce kez omegle'a onunla tekrar karşılaşmak ümidiyle girecektim. belki her strangerda onu görecektim. oysa onun şu son iki satırı dünyanın en salak son iki satırı olacaktı:

Stranger: What?
Stranger: You cannot believe me..

14.5.09

gerçekte ezik, blogda afet olan kızlara;


kafan güzel, dünyan güzel. ama sen sandığın kadar güzel değilsin vakvak.

13.5.09

olmaz olmaz deme;

"Hayatı dolu dolu yaşamak, yaratıcı açık kafayla ve yargısız biriktirmeden, alışmadan, hergüne farklı, yeni olduğunu anlayıpta anı yaşamak.

Tıpkı akan bir nehir gibi sürekli hareketli, canlı ve yeni şeyler keşfederek yaşamak.

Nasıl akan su hep taze ve duru kalıyosa ve çukura düşmüş hareketsiz suda çürüyüp küfleniyorsa hayatta, işte böyle bir şey!" diyen var.

bir pislik insan:


eralp.

12.5.09

acımasız gerçekler.

Süper lise gibi arada bir kavramı tecrübe edenlerden biri de benim. Artık gözlemlediğim kadarıyla tedavülden kalkmış olmasının bana tek ve en büyük katkısı “bizim zamanımızda”lı bir cümleyi kurarken gram gocunmamam olsa gerek. Bizim zamanımızda süper liseler vardı, fen veyahut Anadolu lisesinden aşağıda, düz lisedense yukarıda bi yerlerdeydi. Elbette ki bir fen lisesinin zaten yanına yanaşmaya kalkışmıyordu, ancak takdir edersiniz ki Anadolu lisesinin aradalığından biraz daha aşağıda bir aradalığı da hak ediyordu. Ama benim aldığım reaksiyonlardan fark ettiğim kadarıyla ne düz lisenin düzlüğüyle ne de Anadolu lisesinin anadoluluğuyla yaptığı sükseyi, o, muhtemelen hedeflenen aksi olsa da, süperliğiyle yapamıyordu.

Bu arada kalmışlıktan mütevellit eziklik her bedende farklı farklı filizleniyor, çeşit mi çeşit meyveler veriyor, ama aynı zamanda adama kendini istediği tarafa yakın hissetme özgürlüğünü sunuyordu. Burada benim kendimi nereye yakın hissettiğim –ki nispeten çalışkan bir öğrenci olduğum düşünülürse bir ineğin aksini iddia edişi olacak bu- bu yazı adına cidden önemsiz. Sadece merak edenlereyse zaten bir mail kadar uzağım.

Petek dinçöz zamanında görseldeki klibi çektiğinde sizi bilmem ama benden tam not almıştı. ve o zaman fark etmediğim gerçeği şimdi şimdi idrak ediyordum: Benim etrafımda öyle kızlar vardı. Yani sulu şakaları seven, hatta sadece sulu şakaları seven kızlar.

Yukarıdaki arada kalmışlık mevzuuna burada bağlamaya kalkarsak eğer, onların ne düşündüğünü bilmem ama ben onları hep fen lisesi tarafına yakın görmüştüm. Evet, belki çok zeki görüntüsü çizmiyorlardı ama önceki hayatlarında at olduklarına dair derin şüpheler uyandırmayı kusursuzca başarabiliyorlardı. Veyahut herhangi bir geviş getiren hayvan diyelim, daha genel tabirlerden hoşlananlar için.

Kim miydi bunlar? Fulyalar, Kamuranlar, Aylinler.

Nasıl mı? Onlar okula sadece okul için geliyorlardı, bizim onlar için hiçbir önemimiz yoktu. Onların ödevleri daha okulda biterdi. Hoca aksini söylemedikçe konuşmazlardı. Her teneffüs hocaya soracak soruları vardı. Biyolojide iyiydiler. Ya da tarihte. Rutin diye bile tarif edilmeyecek şeyler yaşar, silgileri düştüğünde yanındakiyle bunu ciddi ciddi kıhkıh sesleri çıkararak gülerlerdi.

Sonra yaz gelirdi. Havalar ısınırdı. Pikniğe gitmek isterdik, ama okul böyle organizasyonlara girişmezdi. Sınıfça dersleri ekip gitmek gerekirdi. Ve bütün sınıf ekerse sorun olmaz derdi biri hep, sadece ona gelirdi bunun haberi birilerinden. Sonra Fulya ve Kamuran da ikna olurdu.

Bir sabah, her şeyi alır, giderdik.

Piknikse güzeldi, onlar sırayla beslenmelerini yer, tabaklarını çanaklarını bir bir yerleştirirlerdi eski yerlerine.

Sonra kola, fanta şişeleri boş boş orada dururdu. Birisi ilerdeki çeşmeyi fark ederdi. Sonra bir şişeye, bir suya bakardı. Sessiz sedasız sokulur, şişeyi alır, çeşmeye gider, doldurur, hiçbir şey yokmuş gibi de geri dönerdi. Sonra birini ıslatırdı, sonra beni. Sonra biz de şişeleri alırdık, biz de ağzına kadar doldururduk. Sonra savaş başlardı.

Es kaza su fulyaya veya kamurana sıçrardı, ki birine sıçraması diğerine de sıçraması demekti. Sonra olan olurdu. Fulya veya Kamuran veya her ikisi, bir anda sarhoş olurlardı sanki. Savaşa dahil olmakla kalmaz, adeta komutayı ele alırlardı. Ne prensip kalırdı ortada, ne başka bir şey. Kendi adlarına çok eğlenirlerdi. Bense bir şişe suyla bir yılın öfkesini kusuyor olurdum tabiri caizse. Sırılsıklam kıyafetleri, dapdağınık saçları, gülen yüzleriyle ergenliğe çoktan girmiş ancak bir türlü çıkamamış o kızlar; kendilerine çok yabancı bir hayatı, petek dinçözün kliplerindekine taş çıkarırcasına yaşarlardı bir süreliğine de olsa.

Sonra savaş bittiğinde, bir köşeye geçer, kendilerini kurumaya bırakırlardı. Hiç bir şey olmamışçasına okula gelirlerdi ertesi gün. Biz de gizli bir anlaşmanın mahkumları olarak ne o yaşananları bir daha dile getirir ne de hatırlardık. Her seferinde o bir ilk olurdu bizim için.

İşte bugün o günlerden farklı benim için. Zincirlerimi kırıp sizin de anlaşmanızın da canı cehenneme dediğim gün. Ya da o günlere, fulyaya, kamurana duyduğum özlemin yazıya vurumu.

10.5.09

palas pandıras

benim bi arkadaşım var, adı dide. onun blogunu buldum geçende. onu ilk tanıdığımdan beri kendi kendime diyordum bunun kesin blogu var diye. ama o inkar yolunu seçti. ne yazık ki daha önceden blogunu bulduğum kişilere bakılınca onunkini bulmamın da kaçınılmaz olduğunu farketmiş olmalı ki son dönemde bir tatlı telaş almıştı onu da. öte yandan hayra yorulabilecek bir gelişme de olabilir bu. çünkü zaten beraber geçireceği zamanlar git gide artacak iki arkadaş olarak beraber bir sürü işe girişmiş ya da bir sürü işi yarıda bırakmaya karar vermiş durumdayız (ahaha). buna bağlı olarak ikimizin etrafında şekillenen projelere yönelme eğilimimiz de yok değil. bu en çok da buna vesile olmuş olabilir. başka linklerde görüşürüz diyor, sözü dide'ye bırakıyorum:

9.5.09

another place, another time (duygusal yazı değildir)

nil emin'i sev medine diye şarkı yapmış (hızlı söylerken böyle gibi duyuluyor). benim babaannelerimden birinin adı medine. büyükbabamın adı memduh. annemle babam amca çocukları. yani dedemle büyükbabam kardeşler. dedemin adı da emin. onların çocuklarına, onların çocuklarının çocuklarına bakınca, nil, görücü usülü mantığından da olsa gerek, daha uygun görmüş olabilir böyle bir eşleşmeyi. ancak yıllar sonra kalkıp söylenilecek böyle şeyler, eski defterlerin açılması falan.. bugünün mantığıyla geçmişi irdelemek doğru olan olmuyor. yani demek ki kavak yelleri, o zamanlar yaşanmış ya da yaşanması mümkün birşey değilmiş.

4.5.09

benim için bugüne tekabül eden, teoman içinse dinyelenen insiyatifine kalmış gün.

Doğum günümde dünyanın en mızık yazısını yazacak halde değilim. Ne bileyim yalnızlığımdan, anlaşılamamaktan, doğru insanı bulamamaktan muzdarip satırları zaten lise yıllarımda defaatle yazmış, üzerinden prim yapmış olmak şöyle dursun, en azından doğum günümde, mutsuz olsam dahi bunu orta yerde dile getirmek veyahut halimden bunu anlatmak hiç bi zaman tarzım olamayacaktır.

İnsan dünyaya bir kere geliyor, ya da carpe diem gibisinden repliklerin insan hayatında mühim yerlere sahip olmasını hiç zaman sindiremiyorum. Sonuçta başımıza ne geldiyse bu kaygısızlardan geldi demeyeceğim ama ben şahsen fıtraten umursanmıyor olmayı ya da olma ihtimalini kendime yediremiyorum. İnsan dediğin tavrı, tribi, duruşu olan mahluktur. Konuşmuyor olmasını bi erdem olarak gördüğüm insan sayısı konuşmayışını mallığına, duruşsuzluğuna yorduğum insan sayısıyla zaten yenişemez. Herhangi bir şekilde bir şeyler söyleyişiniz bana saldırı olsa dahi hiç bir şey söylemeyişinizden yeğdir diyecek kadar kendimle barışık da değilim belki ama bu riski göze alacak kadar nefsi üzerinde kontrolü bulunan bir insanım.

Günler öncesinden sadece boşluktan hazırlanmış bir doğum günü yazısını, bir doğum günüyle alakası var mı yok mu gibi kilit bir soruyu sormadan yayınlıyoruz. Sonuçta doğum günüm bile olmama ihtimali bu kadar yüksek bu günü, sırf annemin hatırına doğum günüm addediyor olmaktan pişmanlığın aksine gurur duyuyor olsam da, hak ettiğinden de fazla bir heyecanla yaşadığımı düşündüğümden olsa gerek, onda bu yazıyı sorgulama hakkını görmüyorum.

4mayısın bu özel gününü kutlarım velhasıl. Benim onu bu şerefe layık görmem bile onun için hediyelerin nicesidir bence. Bugün onun için çok daha iyi şeyler yapmak gibi bir hayalim de hiçbir zaman olmadığı için gram pişmanlık, burukluk hissetmiyorum.