Son dönemde sıkça işte “son 3 haftada deplasmanlarda 8puan kaybetti Galatasaray” gibisinden şeyler duyuyorum spikerlerden. ve gıcık oluyorum. diyelim ki bi maça çıkana kadar adamın 15 puanı var, o maç berabere kalıyor ve 1puan alıyor.16 puanı oluyor. bu adam deplasmanda bi puan kazanmış olmaz mı? ne bileyim ya da deplasmanda 1puan kazanabildi de mesela. Sen kalkıp bu vakayı deplasmanda 2puan kaybetti diye anlatırsan şöyle oluyo yani adamın maça başlarken 18puanı varmış da 2puanı berabere kaldığı için düşülmüş. yani bu maç olayını bi iddiaya girmek gibi, bi kumar gibi düşünmüceksin. bi de ayrıca sen bu adamı böyle anlatıyon ya, ev sahibi içinde iki puan kaybetti diyon. noluyo? toplamda o maçta 4puan kaybedilmiş oluyo. ama şöyle bi durum var ki bi maçta dağıtılan maksimum puan 3 ve kaybedilen bundan büyük olabilir mi? olmaz, olamaz. hayır bunu çok sevdiğimiz spikerler de yapıyor, ona üzülüyorum. biraz daha dikkat beyler.
30.11.08
28.11.08
13th friday
Gelecek cuma gidiyoruz izmire. çok şükür. iddialarındaki gerçeklik payını devede kulak oranından çok da uzak bulmadığım “ankara sevdalısı” onca insana inat sevmiyorum bu şehri. yüzlerine vurabileceğim onca sebebin ardından bana kalkıp "ankaraya bi alıştı mı insan" demeleri, diyebilmeleri. karanlıktan hep korktum ben.çok korktum hem de.o odalara gidene kadar bütün ışıkları yaktım, koşa koşa çıktım hep oralardan.dolapların sarı çizgilerini hiç aşamadım, hayatımı tehlikede gördüm.şimdi bu şehirde, sabah akşam karanlık.herhangi bir kelime oyununa namüsait, hece ölçüsünden düz kafiyeden daha fazlası olmayan, olamayan bu yerde. ben. bensem eğer.
**
Benden başka kimse uyanmasın bu sabah. zaman birkaç günlüğüne dursun. salı hiçbir şey yokmuş gibi devam etsin mesela. ama cumadan devam etsin. bi şans istiyorum sadece. yorulmaya başlamış olmak, sıkıldım demek istemiyorum çünkü.
**
Benden başka kimse uyanmasın bu sabah. zaman birkaç günlüğüne dursun. salı hiçbir şey yokmuş gibi devam etsin mesela. ama cumadan devam etsin. bi şans istiyorum sadece. yorulmaya başlamış olmak, sıkıldım demek istemiyorum çünkü.
26.11.08
i have a dream
çok süper rüyalar görüyorum.hatta ortasında bi yerlerinde rüya olduğunu farkediyorum da sabah kalkınca bunu yaziim diyorum.ama kalkıyorum bakıyorum hiç bi şey yok.
dün gece mesela.bi film çektim, senaryo kurgu falan herşey süper.sabah kalkar kalkmaz not et aklında tut da dedim kendi kendime.sabah kalktım, hiç bi şey yok lakin.gitmiş bildiğin.
dün gece mesela.bi film çektim, senaryo kurgu falan herşey süper.sabah kalkar kalkmaz not et aklında tut da dedim kendi kendime.sabah kalktım, hiç bi şey yok lakin.gitmiş bildiğin.
24.11.08
sağolun, varolun.
ilan’ çok sevdiği bir hocası söylemiş geçenlerde, hayatında önemli bir gün varsa eğer doğumgününe bile kafa tutabilen, 24 Kasım’mış bu. Hiç bir öğretmenim söylemedi bunu bana, ya da hiç bir hocam. ama benim için onların doğumgünlerinden çok daha önemliydi bugün. dahası çoğuyla geçirdiğim her an, her dakika mühimdi.
ilk önce, 5. sınıfta, sırf kendisinden ayrılacağız diye Mfö’nün “Güllerin İçinden”ini açıp ağladığımız ilkokul öğretmenime, Elif öğretmenime,
sonra;
ilk edebiyatçım Feyza öğretmenime,
içi, dışı nurdan Saide öğretmenime,
lisedeki edebiyatçılarımdan Nurdan hocama,
bir başka “edebiyatçı” hocam Turgut hocama,
üniversitede “öğretmenlik”lerini unuttuğumuz onca hocama,
öğretmene,
teşekkürler.
Varlığınızı bilmek.
Değerinizi bilmek.
Dileğiyle.
ilk önce, 5. sınıfta, sırf kendisinden ayrılacağız diye Mfö’nün “Güllerin İçinden”ini açıp ağladığımız ilkokul öğretmenime, Elif öğretmenime,
sonra;
ilk edebiyatçım Feyza öğretmenime,
içi, dışı nurdan Saide öğretmenime,
lisedeki edebiyatçılarımdan Nurdan hocama,
bir başka “edebiyatçı” hocam Turgut hocama,
üniversitede “öğretmenlik”lerini unuttuğumuz onca hocama,
öğretmene,
teşekkürler.
Varlığınızı bilmek.
Değerinizi bilmek.
Dileğiyle.
22.11.08
çocuklar benim artık bi ayağım çukurda.
işe başladım bugün. iş dediğim yurdun danışmasında oturmak bütün gün. birkaç ayak işi işte, sonra arada katları gezip sigara içen falan var mı bakmak vs. 2öğrenci çalışıyosun, 8saat max bi günde. min de o kadar zaten. yurdun girişi olduğundan gözlem için mükemmel bi nokta. böyle çöküyosun hafif işte masanın berisine, ön tarafta ne var ne yok sende. insanlar görüyolar seni ama onları rahatsız edecek kadar görünmüyosun. batmıyosun yani. bi de partnerim vardı ki endüstri mühendisliğinde okuyomuş kendisi böyle hayvansal dersleri olan bi tip. iki arkadaşı geldi sonra bunun. birinin adı tora, ilan’la melynin muhabbetlerinde adı defaatle geçtiği için buna konsantreyim ben taammı? bu iki adam çok acayip. yani bu tora ineğin önde gideni diğeri de öyle gibi ama elimde o kadar çok kanıt yok. torayı da melylerden biliyom. tora zamanında ilan’a “abi ben de gerekirse gider arkadaşımla içerim.” gibisinden laflara edebilen bi adam anlatabiliyo muyum?(böyle) kendini anlatan insanları sevmem ben pek. iki gözlüklü klasik adam hayal et, lisende falan olmuştur zaten senin de. bu adamlar kendisiyle övünebilmek için katıldıkları çoğu aktivitede de inkarlarında olduğu kadar yapmacıklar. -mış olmak için çoğu yaptıkları zaten. benim kovörkır rahat durur mu bi dalga geçiyo bunlarla. işte sizinki de içmek gibilerinden. “zaten bardaklarca içmek değil” gibilerinden bi cümle kurdu orda toracan da. içim içime sığmadı nasıl anlatsam. çok büyük sevdim ben bu iki adamı. valla bak. gözüm üzerlerinde.
**
ilk günden tehditler almaya başladım. işte bizim beraber çalıştığımız birileri var aşağıda. hep burada çalışan adamlar yani bizim gibi ayrıca öğrenci değiller. bana git katları gez, sigara içenler varsa yangın merdivenlerinde al isimlerini falan dedi. iki kişi yakaladım ben de. dördüncü katta yakaladığım sesini etmedi, söyledi ismini falan. zemin katta rastladım bi de birine. işte “ben de çalıştım oralarda. ilk seferde adını vermek yerine bi uyar bence.” gibilerinden baya bi geyik yaptı. böyle tecrübeli konuşup beni etkilicek güya. tamam isterim ben de öyle bi inisiyatifim olsun ama yok ki. neyse ben gittim verdim isimlerini bunların. sonra bir ara ben yokken danışmaya gelmiş bu. adımı falan sormuş söylememişler. sonra ben ordayken geldi bi de. sordu. ben de söyledim işte juninho, bölüm econ falan gibisinden. yok “senin yaptığın çok saçma, mantıksız.” falan. e söyle nesi mantıksız ikna et ben de yapmiyim dedim yok “sen kaç yaşına gelmişsin ben mi sölücem senin düşünüp görmen lazım.” vs. sonra işte “yarın bigün sen de garip bi suçtan disiplin cezası alırsan anlarsın.” dedi. ama böyle tehdit dolu (güya). ölüm tehditleri almaya başladım ilk günden.
**
bi de ben niye işe başladım. yaa baktım ben yarın bi gün çok büğğyüük adam olcam ya. benim acıklı bi hikayem yok. yani aslında lise ortaokul falan sağlam. hem çalışıp hem okumalar falan. ama üniversite zayıf kalcaktı gibi. hep yattı üniversitede desinler istemedim yani. ondan böyle bi işe giriştim. ha gevrek falan satsam annemler de ankaraya gelseler ben baksam onlara çok daha sağlam bişiler olurdu belki bilmiyorum. gerçi ölüm tehditleri falan alıyom o da iyi gitmezmi cv’ye?gider bence gider gider.
**
ilk günden tehditler almaya başladım. işte bizim beraber çalıştığımız birileri var aşağıda. hep burada çalışan adamlar yani bizim gibi ayrıca öğrenci değiller. bana git katları gez, sigara içenler varsa yangın merdivenlerinde al isimlerini falan dedi. iki kişi yakaladım ben de. dördüncü katta yakaladığım sesini etmedi, söyledi ismini falan. zemin katta rastladım bi de birine. işte “ben de çalıştım oralarda. ilk seferde adını vermek yerine bi uyar bence.” gibilerinden baya bi geyik yaptı. böyle tecrübeli konuşup beni etkilicek güya. tamam isterim ben de öyle bi inisiyatifim olsun ama yok ki. neyse ben gittim verdim isimlerini bunların. sonra bir ara ben yokken danışmaya gelmiş bu. adımı falan sormuş söylememişler. sonra ben ordayken geldi bi de. sordu. ben de söyledim işte juninho, bölüm econ falan gibisinden. yok “senin yaptığın çok saçma, mantıksız.” falan. e söyle nesi mantıksız ikna et ben de yapmiyim dedim yok “sen kaç yaşına gelmişsin ben mi sölücem senin düşünüp görmen lazım.” vs. sonra işte “yarın bigün sen de garip bi suçtan disiplin cezası alırsan anlarsın.” dedi. ama böyle tehdit dolu (güya). ölüm tehditleri almaya başladım ilk günden.
**
bi de ben niye işe başladım. yaa baktım ben yarın bi gün çok büğğyüük adam olcam ya. benim acıklı bi hikayem yok. yani aslında lise ortaokul falan sağlam. hem çalışıp hem okumalar falan. ama üniversite zayıf kalcaktı gibi. hep yattı üniversitede desinler istemedim yani. ondan böyle bi işe giriştim. ha gevrek falan satsam annemler de ankaraya gelseler ben baksam onlara çok daha sağlam bişiler olurdu belki bilmiyorum. gerçi ölüm tehditleri falan alıyom o da iyi gitmezmi cv’ye?gider bence gider gider.
20.11.08
tuvalet arkada
Bir şeyi istedik mi elde etmek için atmadığımız takla kalmayabiliyor. bir erkek yurdunun dördüncü katındaki tuvaletlerin kullanılabilir olan 5inden 4ü neden alaturka olabilirki?o bi tane tuvalete gidecektim de bugün, dolu olduğunu fark ettim.çocuğun musluğu falan açmasından çıktı çıkıyor dedim. Geri geri çıktım ordan, hiçbir şey yokmuş gibi. çocuğun kapıyı açışını duyunca girdim içeri ve ondan boşalan tuvalete girdim. güya beklediğimi hissettirmeyeceğim çocuğa. biz de tam kalkıyorduk ayakları.
19.11.08
züğürdünçenesi birinci geleneksel ödül töreni
katkılarından dolayı kendisine plaketini takdim etmek üzere mellöyü sahneye davet ediyoruz "sayır seyirciler".
18.11.08
bir yıldız doğuyor
Dün heidi, mely ve ben kısır yaptık yurtta, bi de puding. tamam heidinin kız olmasından mütevellit bi kolaylık söz konusudur belki ama ben de soğan doğradım, puding yaptım kolay değil yani. bi de soğanı ben doğradım, heidiyle mely ağladı!
Bugün, heidi izmire gittiği ve ilanla ralphlexynin yarına sosyoloji quizleri(!) olduğu için biz melyle un kurabiyesi yaptık. o da kolay bişi ama biz yine gurur duyduk kendimizle. hep smiley yaptık kurabiyeleri, ben bi tane fırat yaptım dik koydum bi de düştü içerde yavrucağızın kafası koptu. sonra tabakta dururken de bi anda gövdesi kayıplara karıştı.
zaten dün sabah resim kursunda çizdiğimiz vazolar da görülmeye değerdi.
Oğlum biz çok iddaalı geliyoz lan melyle.
yetenekliymişiz de haberimiz yokmuş bizim ya!
Bugün, heidi izmire gittiği ve ilanla ralphlexynin yarına sosyoloji quizleri(!) olduğu için biz melyle un kurabiyesi yaptık. o da kolay bişi ama biz yine gurur duyduk kendimizle. hep smiley yaptık kurabiyeleri, ben bi tane fırat yaptım dik koydum bi de düştü içerde yavrucağızın kafası koptu. sonra tabakta dururken de bi anda gövdesi kayıplara karıştı.
zaten dün sabah resim kursunda çizdiğimiz vazolar da görülmeye değerdi.
Oğlum biz çok iddaalı geliyoz lan melyle.
yetenekliymişiz de haberimiz yokmuş bizim ya!
13.11.08
dokunmak.
ilişkilerde şüphesizki çok mühim bir yeri var dokunmanın, onun türevlerinin. ailede, arkadaşlıkta, aşkta. Yazmadan önce şöyle bir bakındım insanlar nelerle bağdaştırmışlar dokunmayı diye. 5.duyu olması dışındaki bütün tanımlar insanların ona kattığı yan anlamlar, sevginin dili gibi, bir sitenin abarıp en büyük tedavi demesi gibi.
Benim dokunmakla çok sorunum yok aslında. ne dokunmak ne öpüşmek(:P) gibi aktivitilerfobiğim yani. geçenlerde karşılaştığım bir olaydan iki insanın, daha doğrusu bunlardan birinin, bu dokunmak olayını bence suiistimal edişine getireceğim konuyu.
Ring durağında klasik öğle sonralarından birinde beklerken gelen o çocuk zaten yeterince sevmediğim özelliği bir arada bulunduran bi bünyeydi. sonra gelen bir kız arkadaş vardı ki bu da çocuğun aksine değer verdiğim, beraber geçirdiğimiz az zamanda kısıtlı gelişen diyaloga rağmen, onun tahmin edebileceğinden çok daha fazla şeyi kendi kendime onunla paylaştığım biriydi. bi selamdan çok daha ötesi değildi ama durakta muhabbetimiz. o gün artık önemli olan da o çocukla olan muhabbetiydi zaten.
Çocuğun niyetini dışarıdan objektif(!) bir göz olmam hasebiyle rahatlıkla kestirebiliyordum. Henüz çok bi yakın olmadığı bu kıza yakınlaşmak için bu anı fırsat bellemiş, servise binene hatta yurda varana kadar ne kadar yakınlaşsam kardır diye düşünmüştü şerefsiz. şerefsiz diyorum çünkü bu kadar açıktan iğrençleşilemezdi ne arkadaş ayağına ne diğer ayaklara. kız nasıl fark etmiyordu bunu bilmiyorum çünkü sağduyusuna fazlasıyla güvendiğim biriydi, çocuğun bu tavrı hoşuna gidiyor diyebilirsiniz ama yok, sanmıyorum.
yaptığı bayağı esprilerin bitişinde, kızın gülüşüne müteakip, tatlı sert bir yumruğu kızın omzuna indiriveriyordu bu. böylece sadece dokunmuş olmuyor, ayrıca her seferinde karşıdakinin tepkisini garantiliyor, belki bunu çok sık yaparsa birbirine böyle ufak tefek dokunuşları adet edinmiş bir çift olacaklarını düşünüyordu.
Servis gelene kadar aynı şeyi yapmaktan bıkmıyor, kendine bende hatrı sayılır bir yer ediniyor, ve gittiği yere kızı da sürüklüyordu.
Servis geldiğindeyse birkaç dakika daha geç kalsaydı neler olabileceğine gidiyordu aklım. sonra bu rezillikten kurtuluyor olmanın sevincine o kızın, benden özür dilercesine, benim yanıma da oturmasa da, oğlanın yanına oturmayıp onu öylece ortada bırakışının hazzı ekleniyordu.
sağduyusuna güvenirim diyordum o kızın, yanılmamıştım.
Benim dokunmakla çok sorunum yok aslında. ne dokunmak ne öpüşmek(:P) gibi aktivitilerfobiğim yani. geçenlerde karşılaştığım bir olaydan iki insanın, daha doğrusu bunlardan birinin, bu dokunmak olayını bence suiistimal edişine getireceğim konuyu.
Ring durağında klasik öğle sonralarından birinde beklerken gelen o çocuk zaten yeterince sevmediğim özelliği bir arada bulunduran bi bünyeydi. sonra gelen bir kız arkadaş vardı ki bu da çocuğun aksine değer verdiğim, beraber geçirdiğimiz az zamanda kısıtlı gelişen diyaloga rağmen, onun tahmin edebileceğinden çok daha fazla şeyi kendi kendime onunla paylaştığım biriydi. bi selamdan çok daha ötesi değildi ama durakta muhabbetimiz. o gün artık önemli olan da o çocukla olan muhabbetiydi zaten.
Çocuğun niyetini dışarıdan objektif(!) bir göz olmam hasebiyle rahatlıkla kestirebiliyordum. Henüz çok bi yakın olmadığı bu kıza yakınlaşmak için bu anı fırsat bellemiş, servise binene hatta yurda varana kadar ne kadar yakınlaşsam kardır diye düşünmüştü şerefsiz. şerefsiz diyorum çünkü bu kadar açıktan iğrençleşilemezdi ne arkadaş ayağına ne diğer ayaklara. kız nasıl fark etmiyordu bunu bilmiyorum çünkü sağduyusuna fazlasıyla güvendiğim biriydi, çocuğun bu tavrı hoşuna gidiyor diyebilirsiniz ama yok, sanmıyorum.
yaptığı bayağı esprilerin bitişinde, kızın gülüşüne müteakip, tatlı sert bir yumruğu kızın omzuna indiriveriyordu bu. böylece sadece dokunmuş olmuyor, ayrıca her seferinde karşıdakinin tepkisini garantiliyor, belki bunu çok sık yaparsa birbirine böyle ufak tefek dokunuşları adet edinmiş bir çift olacaklarını düşünüyordu.
Servis gelene kadar aynı şeyi yapmaktan bıkmıyor, kendine bende hatrı sayılır bir yer ediniyor, ve gittiği yere kızı da sürüklüyordu.
Servis geldiğindeyse birkaç dakika daha geç kalsaydı neler olabileceğine gidiyordu aklım. sonra bu rezillikten kurtuluyor olmanın sevincine o kızın, benden özür dilercesine, benim yanıma da oturmasa da, oğlanın yanına oturmayıp onu öylece ortada bırakışının hazzı ekleniyordu.
sağduyusuna güvenirim diyordum o kızın, yanılmamıştım.
7.11.08
yiğit, o.
ilk okul, lise vb okul arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde insan, hele hele araya baya bi de zaman girdiyse, sadece anılara dayanır muhabbet, varsa eğer gücünü ordan alır. istisnalar elbette vardır, ama ben kendi hayatımdan ve etrafımdaki birkaç ufak hayattan yola çıkarak yapıyorum bu genellemeleri. neyse. bu gibi durumlarda, sınıftaki çoğu kişinin anılarında ortak bazı isimler olur. genelde sınıfın en haylazları tayfasından olur bu. ben de lisede buna benzer bir durumu yaşamıştım kısmen. veli toplantılarının çoğuna gitmesin isterdim ailem, ya da geri geldiğinde babamın yüzünden düşen parçalarla muhatap olmayayım ben. hayır notları falan tavan olan bi adamdım da, tek sorunu işte; kendine hakim olamayıp sürekli konuşup öne çıkıp bazı kesimleri geri plana itmesi oğlunuzun.
ilkokulda bu görevi yiğit üstlenmişti. anıların ortak öznesi, planlara en dahil edilmeyesi, “yaramaz”lar listesine adı ilk konulası adamdı. bir şey yaparsanız ve haberi olursa içine edendi. annesinin çalıştığını bildiğim, bundan dolayı okuldan sonra da gruba ilk katılıp en son ayrılma gibi bir imkanı olan, babasıyla ilgili hiçbir fikrim olmayan bi adamdı yiğit. adının yanına en az üç çarpıyı daha öğretmenler zili çalıp da herkesin yerine oturması gerekmeden rahatlıkla atabileceğiniz bi isimdi. yiğit üzerine bahis oynanası bi adamdı. bahisçisini hayal kırıklığına uğratacağı bi gün sanmıyorum ki olsundu. okulda bi gün dördüncü katın merdiven boşluğundan aşağı düşüp ertesi gün hiç bir şey yokmuşçasına okula gelebilen çocuktu. o çocuktu.(bu oldu) kendisine ettiğin beddualar kısmen dua olarak bile nitelendirilebilecek bir adamdı yiğit. aradan geçen onca yıldan sonra ben şirinyer forbeste dükkanda bi işe “yarar”ken, oralarda yıllar öncesinden hiç bişey kaybetmeden, üzerine de bişey eklemeden en “yaramaz” haliyle gezebilen nevi şahsına mahsus kişiydi.
geçenlerde bir gece rüyama girdi. şu an hatırlamadığım ama çok güzel olduğunu bildiğim bi aktiviteyle ilgili son hazırlıkları yapıyordum artık o geldiğinde. kapıyı açtığımdaki şaşkınlığıma sonsuz bi soğukkanlılıkla karşılık verip o gün bende kalmak istiyor; bense, karabasan mıdır nedir bilmiyorum, sesimi edemiyordum. dizilerde filmlerde görüp gıcık olduğum o sessizliğe bürünüp kafa sallıyordum. gecenin geri kalanı eski iki arkadaşın görüşmesinden çok daha uzak bi formatta geçti. ona yatacağı yeri hazırladım, ben de yattım.bu.sonra bi de gece bi sese uyandım ki yiğit duş alıyor, fesuphanallah.
İnsanın hayatına zaman zaman birileri gelip böyle bir dönemine damgasını vurur, eyvallah.
biz de birilerininkine vuruyorsak sorun yok. ama yiğit olmasın bu. bi dönemimin zaten içine eden bu adam, rüyada bile olsa, dönüp dolaşıp gelmesin. hatta rüyada hiç gelmesin. bari ordan umudu kesmeyelim.
ilkokulda bu görevi yiğit üstlenmişti. anıların ortak öznesi, planlara en dahil edilmeyesi, “yaramaz”lar listesine adı ilk konulası adamdı. bir şey yaparsanız ve haberi olursa içine edendi. annesinin çalıştığını bildiğim, bundan dolayı okuldan sonra da gruba ilk katılıp en son ayrılma gibi bir imkanı olan, babasıyla ilgili hiçbir fikrim olmayan bi adamdı yiğit. adının yanına en az üç çarpıyı daha öğretmenler zili çalıp da herkesin yerine oturması gerekmeden rahatlıkla atabileceğiniz bi isimdi. yiğit üzerine bahis oynanası bi adamdı. bahisçisini hayal kırıklığına uğratacağı bi gün sanmıyorum ki olsundu. okulda bi gün dördüncü katın merdiven boşluğundan aşağı düşüp ertesi gün hiç bir şey yokmuşçasına okula gelebilen çocuktu. o çocuktu.(bu oldu) kendisine ettiğin beddualar kısmen dua olarak bile nitelendirilebilecek bir adamdı yiğit. aradan geçen onca yıldan sonra ben şirinyer forbeste dükkanda bi işe “yarar”ken, oralarda yıllar öncesinden hiç bişey kaybetmeden, üzerine de bişey eklemeden en “yaramaz” haliyle gezebilen nevi şahsına mahsus kişiydi.
geçenlerde bir gece rüyama girdi. şu an hatırlamadığım ama çok güzel olduğunu bildiğim bi aktiviteyle ilgili son hazırlıkları yapıyordum artık o geldiğinde. kapıyı açtığımdaki şaşkınlığıma sonsuz bi soğukkanlılıkla karşılık verip o gün bende kalmak istiyor; bense, karabasan mıdır nedir bilmiyorum, sesimi edemiyordum. dizilerde filmlerde görüp gıcık olduğum o sessizliğe bürünüp kafa sallıyordum. gecenin geri kalanı eski iki arkadaşın görüşmesinden çok daha uzak bi formatta geçti. ona yatacağı yeri hazırladım, ben de yattım.bu.sonra bi de gece bi sese uyandım ki yiğit duş alıyor, fesuphanallah.
İnsanın hayatına zaman zaman birileri gelip böyle bir dönemine damgasını vurur, eyvallah.
biz de birilerininkine vuruyorsak sorun yok. ama yiğit olmasın bu. bi dönemimin zaten içine eden bu adam, rüyada bile olsa, dönüp dolaşıp gelmesin. hatta rüyada hiç gelmesin. bari ordan umudu kesmeyelim.
5.11.08
3.11.08
vicdan
sabahın sessizliğinden olsa gerek, banyoda yüzüne vurduğu sudan arta kalan sessizlikte, salondaki saatin dokuza vurduğunda çıkan ufak sesi duyabilmişti.heyecanına yenik düşüp ağzından günün ilk küfrü çıkmıştı ki telefonun birkaç dakika sonra çalacağı rutini vücudunda bundan çok daha büyük bir gerginliğin fitilini de ateşlemişti bile. şans eseri kaymadan banyodan çıkabilmiş, aradığı şeyin, evinde her şeyin her yerde olduğu gerçeğini görmezden gelerek, yatak odasında bir yerlerde olacağını ümit etmişti.yastığın altına baktı önce, sonra onu bir kenara fırlatıp yorganın altına, ardından komodinin çekmecesine.sonra bir ara yine tekmeledi yastığı, ardında duran askılığa, askılığın tuttuğu ceketine ulaşmak için.ama bulamadı.sonra oturma odası, mutfak, belki banyo diye giden bir düzende bütün evi aradı.sıralamayı ona göre aradığı şeyin bulunabilme ihtimalinden yola çıkarak yapmıştı. ama bulamadı. telefonun çalmaya çoktan başlamış olduğunu fark etti.biraz daha hızlandı son kez kontrol etti yatak odasını, artık telefondakinin iyice sabırsızlandığını anlamadığı bir şekilde fark ettiğinde yatağın diğer ucundaki telefona uzanmak için soluk soluğa yatağa attı kendini.konuşma bittiğinde “seni seviyorum” dedi.filmin koptuğu yer de burasıydı nitekim.aradığını bulmuş olsa yaşamayacağı andı bu.aslında yaşayacağı ama o anı bi şekilde skip’leyip ona dair hiçbir şeyi hatırlamayacağı. 23.yüzyılın o büyük icatlarından biriydi bu da, aradığı şeyden bahsediyorum. İşbu aletti ki gelmekte olan anları belli bir zaman sınırına kadar yaşamadan, aslında yaşayıp yaşamamış gibi olmak, istediği zamanda bulabiliyordu kendini.bu da tam o anlardan biriydi işte.samimi olmadığına inandığı, vicdanıyla yüzleşmek istemediği.nefsinin vicdanından üstün geldiği anlara ulaşmak için yapıyordu bunu.geçtiği anları yaşamamış sayılmıyordu zaten, sadece o anlara dair bir şeyler hissetmiyordu.yaptığının yanlışlığına dair bir şeyler oluşursa da aklında, vicdanının yeniden harekete geçtiğini anlarsa, yine aletin kendisine başvuruyordu, sisteme cevabı yine sistem veriyordu.şimdiyse bulamamış ve vicdanın sorduğu soruların arasında boğulmaya başlamıştı. sorsalar dürüst biriydi.ilk başta sevdiğine de inanmıştı zaten.ama artık hazzın her şeyin önüne geçtiği hayatında böyle şeylere yer bulamıyordu, o yüzden bu yolu seçmişti.ve işte buradaydı.aradığı şeyi bulamadığı anlarda artık yorulan insanın kendini koltuğa bıraktığı sahneyi bir de o denedi.sonra kızın yerine koydu kendini. vicdanına teslim olmuştu artık.sordu kendine:
ya benim geçmek, yaşamamak istediğim anlar; onun yaşamak istediği anlarsa?ya benim geçtiğim anlara kız, aksine, gelmeye çalışıyorsa?
ya benim geçmek, yaşamamak istediğim anlar; onun yaşamak istediği anlarsa?ya benim geçtiğim anlara kız, aksine, gelmeye çalışıyorsa?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)