Bizim evden halamların eve çıkan yokuşun bittiği yerde, camları bir türlü yerinde durmayan bir dükkan var. Onun hemen yanında, camları hep yerinde bir dükkan, ama hiçbir zaman aynı esnaf aynı yerde değil. Oraya para sayacak adam önce gelip bize sorsa halbüse; olmayacağını, tutmayacağını söyleriz. Bizim mahallenin gudubet dükkanı da o.
Şirinyer'in bitip Eşrefpaşa'nın başladığı yerde, sanki otobüslerin hep önünden geçtiği ama hiç girmediği bir mahalle var. Şimdi ben hiç oraya gitmedim, oradan kimseyi de tanımadım diye sanki orada hayat yok. Öyle ki tek tek evleri dolaşıp gözümle görmeden inanmam, olmaz. Ki görmeden inandığım şeylerin çokluğunu düşününce kızmamak, sinirlenmemek elde değil.
Sonra Eşrefpaşa - ki tahayyülümde o bile sadece bir caddeden ibaret - sonra oranın yaşanmazlığı, sonra dönerinin illa ki kötülüğü, sonra o caddedeki bir dükkan, o dükkanın önünde mütemadiyen bir palyaço. Biraz ilerde yukarı doğru bir sokak, sanki ben adımımı atmadan o sokak canlanmayacak.
Böyle bir sürü şey.
Her işin bir mutfağı varsa bu blogun da var. Bugün taslaklarda buldum yukarıdakini, vaktizamanında yayınlamama sebebimi biliyorum ama şimdi yayınlama sebebimi bilmiyorum. Bu da böyle bir anekdot.
31.1.11
22.1.11
Sevgili donörüm
Evvelsi günün işini düne bıraktığım yetmezmiş gibi dünün işini de bugüne bırakınca, hatta yaklaşık bir haftadır böyle davranınca, zaman mefhumu diye bir şey vardıysa da kalmadı. Maruzatım bu sözde zahirdir diye düşünüyorum ve söze destursuz giriyorum.
Bir rivayete ve emekli bloglarından edindiğim (istatistîki olmasa da çok da fifi olan) verilere göre insan sağlığının değerini kaybedince anlarmış; külliyen yalan. Ancak aynı kadir kıymet bilmezi bir hastaneye koyun bakın nasıl da dile geliyor, "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" daha evvel söylenmemiş gibi Amerika'yı nasıl da yeniden keşfediyor. Geçen hafta bir yakınıma refakat etmek zorunda kalınca anladım bunu. Hastanedeki kadir kıymet sorunsalı bu kadarla kalsa iyi, başka bir vesileyle bodrum kata inmem gerekti de travmanın eşiğinden döndüm. Yahu mescitle morgu kapı komşusu yapmak hangi vicdana sığar? Yeter ama evet, ondan öncesi de var. Ben asansöre binince inen adamların tam kapı kapanırken dönüp bana bir bakmaları var ki Otel'i daha geçenlerde kardeşimle izleyişime kaderin bir göndermesiydi, eminim. 11 yaşındaki çocuğa adı porno olmasa da pornoya denk bir şeyi ileri sara sara da olsa izletişim, zulada bir ibretlik gerçek kesit fikri olarak dursun. Fikirlerin zaptı bir nebze mümkün de organları yerinde tutmak imkansız. Bütün bunlar organ nakli bölümünde yaşanırken "intern doktor odası"nı görmeyeyim mi? Muhtemelen bu da Scrubs'ta Turk'le Carla'nın ilk bölümden halvete yeltenmelerine bir göndermeydi, ya da canım Scrubs çeksin ama izleyemeyeyim de bir yerlerim şişsin o vesileyle bir organ daha nakledilsin şeklindeki ucuz bir numaraydı. Nitekim tutmadı da. Hasılı bunlar günün öne çıkan gelişmeleriydi. Bir de tabi vefat eden bir Avusturalyalının organlarını burada bağışlaması mevzusu var ki hassas bir noktama temas ettiği için teğet geçip gidecektim ama şuna kafam takıldı: Adamın artık Sidney'de yeğenleri var, aksi takdirde merhumun kızlarının buraya gelip organların yeni sahiplerini ziyaret etmelerini nasıl açıklayacaksın? O adama vizeyi de kolay verirler şimdi. Of Avusturalya.
Öte yandan dizisini çekseler ismi şimdiden hazır: Sevgili donörüm.
Bir rivayete ve emekli bloglarından edindiğim (istatistîki olmasa da çok da fifi olan) verilere göre insan sağlığının değerini kaybedince anlarmış; külliyen yalan. Ancak aynı kadir kıymet bilmezi bir hastaneye koyun bakın nasıl da dile geliyor, "halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi/olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi" daha evvel söylenmemiş gibi Amerika'yı nasıl da yeniden keşfediyor. Geçen hafta bir yakınıma refakat etmek zorunda kalınca anladım bunu. Hastanedeki kadir kıymet sorunsalı bu kadarla kalsa iyi, başka bir vesileyle bodrum kata inmem gerekti de travmanın eşiğinden döndüm. Yahu mescitle morgu kapı komşusu yapmak hangi vicdana sığar? Yeter ama evet, ondan öncesi de var. Ben asansöre binince inen adamların tam kapı kapanırken dönüp bana bir bakmaları var ki Otel'i daha geçenlerde kardeşimle izleyişime kaderin bir göndermesiydi, eminim. 11 yaşındaki çocuğa adı porno olmasa da pornoya denk bir şeyi ileri sara sara da olsa izletişim, zulada bir ibretlik gerçek kesit fikri olarak dursun. Fikirlerin zaptı bir nebze mümkün de organları yerinde tutmak imkansız. Bütün bunlar organ nakli bölümünde yaşanırken "intern doktor odası"nı görmeyeyim mi? Muhtemelen bu da Scrubs'ta Turk'le Carla'nın ilk bölümden halvete yeltenmelerine bir göndermeydi, ya da canım Scrubs çeksin ama izleyemeyeyim de bir yerlerim şişsin o vesileyle bir organ daha nakledilsin şeklindeki ucuz bir numaraydı. Nitekim tutmadı da. Hasılı bunlar günün öne çıkan gelişmeleriydi. Bir de tabi vefat eden bir Avusturalyalının organlarını burada bağışlaması mevzusu var ki hassas bir noktama temas ettiği için teğet geçip gidecektim ama şuna kafam takıldı: Adamın artık Sidney'de yeğenleri var, aksi takdirde merhumun kızlarının buraya gelip organların yeni sahiplerini ziyaret etmelerini nasıl açıklayacaksın? O adama vizeyi de kolay verirler şimdi. Of Avusturalya.
Öte yandan dizisini çekseler ismi şimdiden hazır: Sevgili donörüm.
18.1.11
yürü ya cünüm
Sağlaması böyle yapılır mı emin değilim ama galiba Allah'ın sevgili kuluyum. Nasıl mı? Bugün kan bağı yoluyla üzerime default olarak yüklenmiş sorumluluklardan birisini, yani kardeşinin bütün işlerine kayıtsız şartsız koşuşturma mecburiyeti (bir diğeri için please google kan davası ya da go watch en yakın mardin dizisi), yerine getirmek için vakfbank'a doğru yol alırken beynimin idrakten sorumlu bölgesinde bir hareketlilik yaşandı. Ve fark ettim ki otobüsün duracağı durakla banka arasında benim üşenmeme yetecek kadar mesafe var. Üşenmedim, üşendim. Ee, Rabbim bu durur mu? Tak diye kaza yaptırdı otobüse tek hamlede, tam da bankanın önünde. Şoför "Sizi arkadaki otobüse alıcam arkadaşlar" dedi; herkeste bir huysuzlanma, Allah'ın işine burun kıvırma, yine mi bamya manasına gelen jest ve mimikler, sanırsın kentkart basmadık da limuzin kiraladık birleşip. Bir ben çıktım meselenin kerevetine, ha bankada işimi halledemedim o ayrı. Allah'ın sevgili kulluğu mu? Bunun onunla ne alakası var canım sen de...
14.1.11
üşenmedim yazdım
Matematik yandalıyla ilişkimin tez zamanında bir pornosu çekilebilir. Ben kafamda kaç defa çektim, oldu. Bir dönem boyunca ben kazan matematik kepçe, dibi tutmasın ilişkinin diye uğraştık ama olmadı. Üşendim, bıraktım. Üşengeçliğimle bu denli nam salmışken benden ne padişah olur ne de vezir, o yüzden o kafanın üzerindeki ucube ampul dizi fikriyle yandığı gibi sönsün. Kaldı ki üç sezonluk dizi için yirmi bir yılda inşa ettiğim şu namımın yegane sebebi olan üşengeçliğime halel getirmem. Ama dur, benim diyeceğim bu değildi ki.
Evvel zaman içinde buraya günaşırı yazma kararı almıştım. Hatta sanki biri diğerinin ister istemez ön koşulu değilmiş gibi, her gün yazmaya karar vermiştim. Olmadı, yazamadım. İyi ki de yazmamışım. Hadi vaktizamanında söylediklerimiz unutulup gidiyor, hatırlananları da bir şekilde punduna getirip yutturabiliyorsun. Ama burada söylediklerim öyle mi? Bir cümleye ikna etsen ondan önceki var. Haydi diyelim mevzubahis post'un ilk cümlesi; e, o zaman da bir sonraki cümleye ne demeli diye sormazlar mı adama? Cevap: sorarlar. 200'e yakın post var, belki hiçbiri bir şey söylemiyor, belki de tam tersi. Kendime kefil değilim, onu diyeyim de...
Evvel zaman içinde buraya günaşırı yazma kararı almıştım. Hatta sanki biri diğerinin ister istemez ön koşulu değilmiş gibi, her gün yazmaya karar vermiştim. Olmadı, yazamadım. İyi ki de yazmamışım. Hadi vaktizamanında söylediklerimiz unutulup gidiyor, hatırlananları da bir şekilde punduna getirip yutturabiliyorsun. Ama burada söylediklerim öyle mi? Bir cümleye ikna etsen ondan önceki var. Haydi diyelim mevzubahis post'un ilk cümlesi; e, o zaman da bir sonraki cümleye ne demeli diye sormazlar mı adama? Cevap: sorarlar. 200'e yakın post var, belki hiçbiri bir şey söylemiyor, belki de tam tersi. Kendime kefil değilim, onu diyeyim de...
5.1.11
memuriyet, nemrutiyet
Geçen sene bindiğimiz bir takım alametler vesilesiyle kıyamete doğru yol alırken yolumuz adliye sarayına düştü. Düşmez olaydı.
Öğrencilikle ilgili en büyük sorunum, özellikle bizim okulda, yirmidört saatinizin uykuyla işgal edilmemiş bütün topraklarında hüküm sürmesi. Perşembe günkü ödev, yarınki quiz, ertesi haftaya vize derken tembelliği vicdanın sızlamadan icra etmen imkansız. O yüzden hayalini kurduğum iş şöyle 9-5 arasında tanımlanmış, akşam ertesi günü düşündürtmeyen, haftaya salıyı haftaya salı dert etmem gereken bir şey. Öyle bir iş var mı bilmiyorum ama hayali bile güzel.
Uzatmayıp ilk paragrafa flaşbek yapalım; sicil kaydı denen zımbırtı, bir şekilde istihdam yaratmak kaygısıyla olacak zaar, bir takım aşamalara ayrılmış, öyle ki işi 5TL almak olan bir abla bile var. Güzel, tam da hayalini kurduğum gibi.
Ancak bu memur cenahında bir takım problemler var ki, nasıl desem, can sıkıyor. Bir masanın arka tarafında oturan insan, zamanla dışardan bakana abesin de abesi gelen bir özgüven inşa ediyor, o güven dallanıp budaklanıyor, işi düşen bilumum biçarenin gözüne batar, boynunu çizer, cildini tahriş eder oluyor, kısacası gururunu okşuyor. Kanaatkâr yapım itibariyle memuriyeti kişisel bir mesele haline dönüştüren, yaşlıları azarlamayı bir borç bilen, leb demeden leblebiyi anlamamızı bekleyenleri bir nebze anlıyorum; en azından anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Yani çalışıyordum, evvelsi güne kadar.
Yazının müsebbibi abla, tüm bunlara ek olarak kendine has bir vücut dili geliştirmiş ki şöyle çalışıyor: belgeni ve 5TL'yi veriyorsun, bir imza atıyor, sonra tercihen sağ elini avuç içi yukarı gelecek şekilde sana doğru uzatıyor. Bu demekmiş ki: SIRADAKİ LÜTFEN (o bunu söylemiyor, sen bir sonraki cümledeki patlamasından bunu anlıyorsun). buyur abla deyince YA VEREN NEDEN BEKLİYOR SIRAYA GEÇSİN LÜTFEN ANLAMIYOR MUSUNUZ YAA şeklinde cinnet geçiriyor.
Tabi biz, ilk kez sicil kaydı alıyor olmanın haklı korkusuyla kabuğumuza çoktan çekilmiş olduğumuzdan, devlet dairesindeki hakaretamiz bütün tabirlere kulağımızı tıkadığımızdan ses etmiyoruz. Ama demedi demeyin, bir daha birinin PMS sancıları bana da sancı olarak nüfuz ederse...
İktisat okumanın kendi içinde bir güzelliği varsa da ben henüz göremedim. Gönül gözüm zaten doğuştan kapalı, babamların durumu da kötü olduğundan bir türlü açtırmak nasip olmamış. Öte yanda günlük işlerde kullandığım gözlerim de pek iyi sayılmazlar, yani miyopluğu daha usturuplu nasıl açıklarım bilmiyorum. Görmememi anlıyorum, diyorum ki şu üçüncü sınıfın sonunda okulu bıraksam, tercihen ablanınki gibi bir iş, dörtte üç maaşa da razıyım, bütün işleriniz sancısız halledilecek, söz...
Öğrencilikle ilgili en büyük sorunum, özellikle bizim okulda, yirmidört saatinizin uykuyla işgal edilmemiş bütün topraklarında hüküm sürmesi. Perşembe günkü ödev, yarınki quiz, ertesi haftaya vize derken tembelliği vicdanın sızlamadan icra etmen imkansız. O yüzden hayalini kurduğum iş şöyle 9-5 arasında tanımlanmış, akşam ertesi günü düşündürtmeyen, haftaya salıyı haftaya salı dert etmem gereken bir şey. Öyle bir iş var mı bilmiyorum ama hayali bile güzel.
Uzatmayıp ilk paragrafa flaşbek yapalım; sicil kaydı denen zımbırtı, bir şekilde istihdam yaratmak kaygısıyla olacak zaar, bir takım aşamalara ayrılmış, öyle ki işi 5TL almak olan bir abla bile var. Güzel, tam da hayalini kurduğum gibi.
Ancak bu memur cenahında bir takım problemler var ki, nasıl desem, can sıkıyor. Bir masanın arka tarafında oturan insan, zamanla dışardan bakana abesin de abesi gelen bir özgüven inşa ediyor, o güven dallanıp budaklanıyor, işi düşen bilumum biçarenin gözüne batar, boynunu çizer, cildini tahriş eder oluyor, kısacası gururunu okşuyor. Kanaatkâr yapım itibariyle memuriyeti kişisel bir mesele haline dönüştüren, yaşlıları azarlamayı bir borç bilen, leb demeden leblebiyi anlamamızı bekleyenleri bir nebze anlıyorum; en azından anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Yani çalışıyordum, evvelsi güne kadar.
Yazının müsebbibi abla, tüm bunlara ek olarak kendine has bir vücut dili geliştirmiş ki şöyle çalışıyor: belgeni ve 5TL'yi veriyorsun, bir imza atıyor, sonra tercihen sağ elini avuç içi yukarı gelecek şekilde sana doğru uzatıyor. Bu demekmiş ki: SIRADAKİ LÜTFEN (o bunu söylemiyor, sen bir sonraki cümledeki patlamasından bunu anlıyorsun). buyur abla deyince YA VEREN NEDEN BEKLİYOR SIRAYA GEÇSİN LÜTFEN ANLAMIYOR MUSUNUZ YAA şeklinde cinnet geçiriyor.
Tabi biz, ilk kez sicil kaydı alıyor olmanın haklı korkusuyla kabuğumuza çoktan çekilmiş olduğumuzdan, devlet dairesindeki hakaretamiz bütün tabirlere kulağımızı tıkadığımızdan ses etmiyoruz. Ama demedi demeyin, bir daha birinin PMS sancıları bana da sancı olarak nüfuz ederse...
İktisat okumanın kendi içinde bir güzelliği varsa da ben henüz göremedim. Gönül gözüm zaten doğuştan kapalı, babamların durumu da kötü olduğundan bir türlü açtırmak nasip olmamış. Öte yanda günlük işlerde kullandığım gözlerim de pek iyi sayılmazlar, yani miyopluğu daha usturuplu nasıl açıklarım bilmiyorum. Görmememi anlıyorum, diyorum ki şu üçüncü sınıfın sonunda okulu bıraksam, tercihen ablanınki gibi bir iş, dörtte üç maaşa da razıyım, bütün işleriniz sancısız halledilecek, söz...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)