Muhatabını bulmadı mı mektuplar, mesajlar taslaklardan öteye gidemedi mi ve çağrılar daha cevaplanmadan sonlandı mı, iyi olmuyor. Belki bir çatışma yaşanmadığı için oh, iyi ki yollamamışım, atmamışım ve aramamışım, diyebiliyor insan; gerçekleşmemiş bir kötülük ucuz atlattım hissi verebiliyor ama aslında iyi de olmuyor. Başka birgün, kendi çapına fazla gelen bir afallama halinin akabinde, o malum görürsünüz sizin oyununuzu sizin kurallarınızla oynayacağım ben de seansı esnasında, yapmadığı bütün her şeyi yapmanın eşiğine geliyor insan. O eşikten adımını hiç atmasa bile, dişlerini sıkıp tırnaklarını etlerine geçirdiğinden, ruhunda ekseriya kilo alıp verenlerin bel nahiyesine has çatlaklar oluşuyor. Ve ben, fay hatlarından müteşekkil bu deprem bölgesinin çarpık kentleşmiş bünyeyi birgün yerle yeksan etmek için pusuda beklediğine inanıyorum. İnanıyorsam da vardır bir bildiğim.
Adsız da, tam da bu açıdan bakınca, gözüme en güzel yaşam biçimi gibi geliyor. Ne güzel isim: Adsız... Şahsi bilgilerinden eser yok, ismine ve isminin yokluğuna dair malumattan ötesini içermediğinden karşındakinin senin cümlelerin dışında referans alabileceği bir şey yok. Mesela adın Züğürdünçenesi gibi hem fakir hem de geveze olduğunu muştulamadığından, tartışmanın kel alaka bir noktasında Laf salatası yapma fakir! minvalinde bir çıkışla karşılaşman ihtimal dahilinde değil, eğer ki muhatabını düzgün seçebilmişsen.
En güzeli de, senden çok var. Sıradaki bloga yorum yapan Adsız’la bundan bir öncekinde atıp tutan Adsız sen olmak zorunda değil. İkisinin aritmetik ortalaması dahi senin yakınından geçmeyebilir, zaten bu matematik de bizi böyle böyle kandırıyor, hocam.
Birkaç gece evvel muhatabını bilmediğim mektuplar buldum kitapların arasında. Bizzat ikinci tekilden girip şöyleyken böyle, bence de sence şeklinde anlatmışım. Kendimden korktum. Telefon taslaklarında yığınla gönderilmemiş mesaj var. Tasalıyım, demek ki taslak olarak kalmış. Dün, sapla samanı ayırayım derken bu sefer bir zamanlar adsız makamından yazma kararı aldığım bir blog için hazırladığım yazıları buldum. Kendime adımla seslenip bir güzel fırça attım, sonra da o yazıları yırtıp attım.
Bazen, yapacağım işleri yapmak istemiyorsam ve vakit öldürmenin de başka bir yolunu bulamıyorsam, köşe yazılarını okuduktan sonra biraz daha aşağı inip yorumlara bakıyorum. Adsız mahlasıyla değil belki ama muhtemelen o isim çoktan alındığı için onun sonuna il plakasının veya doğum yılının gelmiş varyasyonlarıyla yorum yapanlar oluyor. O adı sanı belirsizliğin gönül rahatlığıylla kimleri asıp kimleri kesiyorlar, insan inanmak istese de inanamıyor. Yine de haklarını yememek lazım, bazıları sonuna hotmail adreslerini yazıp muhtemel meydan okumalara, sıkıysa arkaya gellere daha tekin bir adres vererek kafa sallıyorlar.
Şimdi, blogun linki hem Twitter hem de Facebook’ta mevcut olduğundan, ve dahi ben bunla da kalmayıp bazı bazı yazıları Facebook’ta paylaştığımdan, ağzımdan çıkanı kulağımdan evvel eşim dostum duyuyor. Gönül meskeninde olan bitenden haberdar olmaları çoğu zaman hoşuma da gitse, biz de insanız en nihayetinde, lafımızı sakınmamak, içimizi dökmek istediğimiz oluyor. Ama bu, Züğürdünçenesi arayüzünde, Cündebaz isimli bir koyun resminin arkasına saklanarak mümkün olmuyor. Diyorum ki; şu sıralar çok Anonymous olasım, adsız kalasım var. Uzak diyarlara yeni, yerini kimsenin bilmediği bir dükkan mı açsak?
4 yorum:
belki adsız yorumu görünce aklına birileri gelmiştir ama emin ol ne ben seni nede sen beni tanımıyosun.bende isimsiz dükkan açmak içimdekileri o kadar dökmek istiyorumki cündebaz anlatamam sana..öle dertliyim ki böle yerlerde buluyorum kendimi işte..sonuç:hayat zor be kardeş
ps:yazı için teşekkürler herkes adsız olmak ister ama bi yerde maskeler düşer
Sen de haklısın kardeş. Allah kolaylık versin.
birşeyler karala şuraya
karaladım gitti.
Yorum Gönder