Sol elimi nispeten iyi kullanabiliyorsam eğer, muslukları açarken hep sıcak su tarafını tercih etmemden. Bu bir lüksten ziyade zaruret haline geldi miydi tamam, diyorum, kış geliyor.
Eylül teorik olarak sonbaharı ilan etmiş de olsa İzmir’de yazdan kalma günler ne güzel devam ediyordu, kimse bize ilişmiyordu. Ama bizim Ankara’ya dönmemiz gerekti. Okulu özlemişim, tek başıma kampüste dolandığım anların çokluğundan anlıyorum bunu. Arkadaşlarımı özlemişim, kimi görsem ayaküstü bir yığın konuşuyoruz, herkesin ders programına dair ufak da olsa malumatım var an itibariyle. Havaları da özlemişim aslına bakılırsa. Ankara’nın bu birazdan yağacak, dokunsan ağlayacak halleri hoşuma da gidiyor, bir sürü şarkı en güzel bu şehirde arka plana oturuyor (Kingdom of Rust mevzubahis örgütün elebaşı). Okul çok değişmiş. Yeni rektörümüz fazlasıyla iyi, elinin değdiği yeri güzelleştiriyor. Eski bölüm başkanımız gençlerin önünü açmış; yerine benim en sevdiğim, halimden en iyi anlayan biri gelmiş. Akademi beni çağırıyor, annem bile sonunda yükseklisansa ikna olmuş. Okulda az ama öz bir Portekizli popülasyonu mevcut, bu da zaman zaman hala Lizbondaymışız gibi hissettiriyor. Sonra hayatımda çok sevdiğim biri var ya da çok ama nasıl çok sevdiğim biri hayatımda. Nihayet. Bu da çok iyi bir haber, azıcık empati kurabilene.
Ama işte yaz bitiyor. Ve ben bunu kabullenemiyorum. Çayı, hırkayı, büzüle büzüle altına girilen yorganı ve onun şimdi buz gibi ama birazdan sımsıcak hallerini seviyorum. Son tahlilde ben sarılmayı çok seviyorum. Ama işte yaz bitiyor. Kollarımdan yazın son izleri gidiyor. Üzerimden o sevdiğim esmerlik, istesem az evvel sudan çıkmışım gibi hissettiren hallerim gidiyor. Yağmur, kar, sonbaharın ve kışın o en güzel halleri geliyor da işte bir yandan da yaz bitiyor ve bu beni çok üzebiliyor...
28.9.11
vicdansız yeşil erik ve garibim beyaz örtü
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)