22.3.10

kariyer.ne

Son günlerde, Radikal'in 'Y kuşağı araştırması'nda gözden kaçan kimi ayrıntılar, mikroekonomi derslerinin de yardımıyla tek derdi ‘utility’ olan müstakbel ekonomist bendenizin gözüne kaçıyor. Tabi ben böyle istikbalde dahi müstakbel kalabilecek bir ekonomistten söz açınca Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılığımdan sual olunmasın, zira ÖSS puanımız yetse biz de istikbali göklerde aramasını bilirdik.

Mevzubahis araştırma, kişisel gelişime yürekten inanan nice Türk genci için küçük çaplı bir 'kendine dev aynasında değil boy aynasında bi bak'ma seansı. Zira evet, biz de-jenerasyonum olarak masa başı işleri sevmekten utanırız, ama bundan utanmaktan utanmayız. Google görsellerinde Google ofisini aratmak da yine bize has bir özellik, bu da doğru. Rengarenk masalar, armut koltuklar, sanki her üç kafeden ikisinde yeterince yokmuşçasına armut koltuklar, minimalist tavırlar, bilmemneler; hepsinden alabildiğine var hamurumuzda. Öte yandan kendimize güvenimiz X kuşağının kendisine güvenini yerle bir eder, her Türkün hem asker hem marketingci doğacağına inanırız, iş başvurularımızı da zaten buna göre yaparız. Finans mı? O da neymiş? İki ayda bir ikramiyesi olmayan işyerinde çalışmak diye bir şey insan haklarına aykırıdır nazarımızda. Ha bir de sosyal ağlar bizden sorulur. Hatta bütün bu sorular formspring.me’de sorulur, o derece. Formspring.me’de sorulamayanlarsa msn konferanslarının laf aralarında kaynar gider. Sigara molalarının, kapı çarpmaların, çarpan kapıya yetişmelerin, başkana zorla yetişmelerin, bir yetişkin olmadan yetişmelerin, ha bi de güya tarafsız olmaların sebebiyet verdiği o hengamede kaybolur gider.

Biz, Y kuşağı olarak, aralıksız gülmenin iyilik olarak addedilmesinde bir beis görmüyoruz. Bunun bir ‘zero-sum game’ olduğu gerçeğini GPE derslerinin teoride kalan tespitlerinden öteye taşıyamıyoruz. “Ya ama olsun, öyle deme”li, artık hümanizmanın yeryüzündeki son temsilcileri annelerimizden bile duyamayacağımız repliklerin biz henüz lise yıllarındayken kabak tadı verdiğini unutuyoruz. Ne oluyorsa oluyor, ve böyle, oturduğumuz yerden, kahvehane köşesinden mesela, ya da çalışma masasından, çift kişilik yatağımızdan, hiç olmadı EGO kuyruğundan, konuşarak dünyayı kötü olduğunu düşündüğümüz adamlardan kurtarabileceğimize inanıyoruz. Kötü olduğunu düşündüğümüz adamın boşalan koltuğuna oturmak içinse gün sayıyoruz. Ama onu karıştırmayın şimdi, o ad hominem bize göre.

Sonra neden insan sevemiyorsun oluyor? Neden mütemadiyen gerginsin? Niye bıraktın ya kulübü, iyiydik? Niye mesela orada herkes geyik yaparken senin basiretin bağlandı?

Bizim jenerasyonun kariyerle imtihanı...

8.3.10

Milliyetçi Düşünce Kulübü.

Bir İngiliz için fazla esmerim. Bir Alman'a göreyse fazla çelimsizim. Zaten aksanım bir Amerikalınınkinin yanına bile yaklaşamaz. Sonra kemerli burnum, düşük omuzlarım, hakeza özgüvenim. Oturup Türklüğümü yere göğe sığdıramamak, Türkün Türkten başka dostu olması ihtimalini istatistikî olmayan verilerle kanıtlamaya çalışmak sanırım tek çıkar yol. Ama aynı Türklüğün kıyısından köşesinden bir yerine yabancı öğrencinin kaşına gözüne hayranlığı, elini omuzuna koyma sevdasını, onunla yurda kadar yürümek için can atmayı da iliştirmekte fayda var. Zira böylelikle ben ve benim gibi bir sürü akranımı aynı çatı altında toplamak mümkün. Ardından yakıp sabun yapmaksa en az askerlik kadar kutsal bir görev. Ya da toplamakla uğraşmak zor gelirse daha kolayı da var, exchange office diye bi şey kurarsınız, abazanov kardeşler zaten soluğu orada alırlar. Hal böyle olunca gelecek yıl bu vakitler Portekiz’de olabilecekken olmama ihtimalim çok yüksek, çok istatistikî. Işıl'ın Milliyetçi Düşünce Topluluğu'na üye olmayı talep etmesiyse abesle iştigal.