29.6.09

bunu yazıyı lütfen okumayın. celalle benim aramda.

Daha geçende senden ” ergenlik öncesi dönemime damgasını vuran adam” diye bahsediyordum. Yanılmışım. Aslında sen ondan çok daha fazlasıymışsın. Aslına bakarsan sen halen daha hayatımda eksikliğinden mütevellit aşamadığım bazı şeyler olan insanmışsın. Nasıl mı? Anlatayım.

Biz daha çok küçükkene, doğumda senin göbek bağının mahallenin geri kalanına splitter ile bağlı olmuş olmasından mütevellit olsa gerek, mahallenin tüm çocukları hababam peşinden koşardı senin. Sen bir guruydun onlar için adeta. İki dudağının arasına o dönem Hamdi Alkan’a bile bakmadığı kadar dikkatli bakıyordu onca çocuk. Sen aşağı inince ne istersen o oynanırdı, önceden bilinen bi oyunsa bile kuralları bir kez de senden dinlenirdi, dinlense iyi olurdu. İstop’ta renklerin tasdiki gibi zor bir görev de senin omuzlarındaydı. Sen büyüklerle top oynardın, 3-4 yaş geriden izlediğin halde mahalle takımına çağırılırdın, sen taa o zamandan futbola yazdırılmıştın. Yöresel oyunların hemen hepsinde birinciydin. Öte yandan bilye gibi annene iş çıkaracak oyunlara hiç girişmezdin. Simit’te en az sana vurulurdu, doğrusu sana vurulumazdı, gizli bir kalkanın vardı adeta. Birler basamağının gelmiş geçmiş en büyük primini yaptığı kart oyunlarında sen hep yutan elemandın. Senin destelerini ablan getirirdi; 5li, 10lu, 15li olarak kümelenmiş destelerin olurdu. Tasoların hep yepyeniydi, Pikachu ilk sana çıkmıştı (Aslen burada ünlem var). Okullarımız aynı olmadığı için çok bilgim olmazdı ama olasılıkla okulun en güzel kızı seninle çıkardı (Ki baktım, o kız evrimini tamamlayınca çok tırt bişey olmuş.). Törenlerde sunucu sen seçilirdin, şiirler sana okutulurdu. Elimde kesin bi veri olmadığı halde şundan eminim ki 23Nisanlarda ve 19Mayıslarda statta okulun bayrağı sana taşıttırılırdı. Kabul etmeliyiz ki Celal, sen özeldin, hatta belki de seçilmiştin.

Oysa bizim yıldızımız hiç barışmamıştı. Kavga gibi somut sebeplerden bağımsız olarak birbirimizi hiç sevmiyorduk (Aslında ben seni sevmiyordum, sen beni kaale almazdın.). Yıllarca mahalledeki en güzel aktiviteleri, belki nice dostlukları sırf bu yüzden ıskaladım ben. Sırf sen varsın diye kaç doğumgününe gelemedim, belki kaç mahalle maçında sağ beke çok yakıştırıldığım halde sırf senin gibi değerli bir ofansif orta saha oyuncusunu kaybetmemek için beni çağırmadılar. Bu ve bunun gibi bir sürü sebepten ötürü ilkokul, ortaokul ve lisede hep söz konusu arkadaşlarımı mahalledekilerden çok daha iyi lanse ettim, onları gönül bahçelerimin yanından ırmaklar süzülen evlerinde yaşattım. Belki de aslında çok mutsuzdum. Mahalledeki bütün bu içine kapanık, bu bohem imajım bu yüzden belki.

Öte yandan Celal, eğer bizim mahalledeki ilkokul, akşamüstleri üniversiteye dönüşmüyorsa geride kalan bir çoğu ve sen doğru düzgün bir üniversiteyi kazanamamıştınız (Her ne kadar babam “ben sana adam olamazsın demiştim” şeklinde mesajlı kısa öyküyü çok iyi bilse de). Senin domestik şanın öylece kalakalmıştı. Benimse isminin baş harfleri çok önceden bir komedyen tarafından fethedilen birinden beklenmeyecek kadar iyi bir repütasyonum vardı. Şanım alıp yürümüştü.

Ama olsundu Celal, Serdar Ortaç’ın sözlerini yazdığı bir şarkıda da geçtiği gibi “Yaşandı bitti, suç ve cezası”[Tamamı dinlediğinde aslen ne demek istediği umrumda değil (Serdar Ortaç’ın birşey demek istemesi?)]. Bunca yaşanandan sonra bütün o kalender insanlar gibi ben de “Olsun. Pişman değilim.” diyorum. Bak Celal, anlayacağın dilden konuşayım: tabiri caizse sen Gary Oak iken ben Ash Ketchum idim. Celal, bir gün gelecek ben elinden tutacağım sen düşünce. Aramızdaki soğukluk düzelmeyecek belki ama skor benim lehime dönmüş olacak. Sen hiç bir şey olmamış gibi arkanı dönüp gideceksin ama 70 milyon bilecek kimin ne olduğunu. Ben, bütün bu potanseyilinin farkındalığı yetim sayesinde, bundan sonra seni ilk gördüğüm yerde selam vereceğim sana. Senden de aynı olgunluğu, aynı erdemliliği, aynı kadirşinaslığı bekliyorum. Son bi ricam var; seni bilemeyeceğim ama saçların hep böyle kalsın Celal.

Celal, Yusuf ve Çağlar. Her biri ayrı birer öykü. İç açıları toplamı 180 derece etmeyen bu üçgen bu gece önümden yürürken benimle karşılaşmaya niyetli oldukları belliydi. En yavaş halimin bile onların mevcut yürüyüşlerinden hızlı olduğu dikkate alınırsa onlarla karşılaşmamam imkansızdı (Yusuf'un yaylı diye tabir edilen yürüyüşü bu sorunda yok sayılmıştır). Neyseki az önce yanından geçtikleri merdivenlerden de bizim apartmanın önüne çıkılıyordu. Ve malesef onlara “Bir dahaki sefere!” diyerek el salladığımda onlar artık benim arkamdaydılar.

24.6.09

şey var ya şey;


facebooktaki "ODTÜ - BOĞAZİÇİ - BİLKENT - İTÜ Öğrencileri & Mezunları" grubu, işte o gruba ölüyorum. çok güzel bi mentaliteden bahsediyoruz burda farkettiyseniz. o grubu kuranı en çok olmak kaydıyla o gruba kaydolan herkesi tek tek kutluyorum, öpüyorum.


çok şekersiniz yaa, gelin buraya salak şeyler.

22.6.09

korolar çarpışıyor, hunharca

Evvelsi akşam Mardin’den ikiz kuzenlerim geldiler. Bu sene itibariyle ÖSS’ye 3.kez girdiler ve her seferinde bahaneleri “Jun bizim temel yok abi oldu.” Ta ne zamandan beri Kızıltepe’ye sınav vermeyip oradaki adayları başka ilçelere yolluyorlarmış. Geçen yıl verelim demişler, muhtemelen herkes bir yerlere yerleştiği için bu sene yine oraya vermemişler sınavı. Kuzenlerim bundan çok muzdarip, ama ben ÖSYM olsam ben de vermem. İkizlerden biri girdiği sınıfta aslen en arkada olması gereken sırasının en önde olduğunu sınavın ortasında fark etmiş. Sonra sınavın ortasında, sınava başka birinin yerine giren bir aday tespit edilmiş ama bu aday polisten kaçmak için camdan atlamış. Sonra sınav süresince patır patır yere dökülmüş cep telefonları. Bakın ikizlerden diğerine hiç girmiyorum bile.

İki yıl önce öss’ye girdiğimde sınıfın geri kalanına nispeten heyecansız oluşum göze çarpıyordu. Ama demek ki ben tatmin olmamışım ki bu sene yine ordaydım. Adrenalin belki biraz, belki de biraz eğlence olur dedim. Düne kadar kısmen öyleydi. Ama dünden sonra Mardin’de sınava girmemem için hiç bir sebep yok.

21.6.09

hey sen;

birinden cacık olmayacağını söylerken o insanın çok tırt bi hıyar oluşundan dem vurduğumuzu az önce deniz'e "özgün'den cacık olmaz" dediğimde "yoğurda yazık" deyince farkettim. deniz'i de özgün'ü de çok seviyorum; ama en çok öğrenmeye bu kadar açık kendimi seviyorum.

20.6.09

Tarihte bugün;

"ana haber sunucuların program sırasında kendilerine canlı bağlandıkları, bir yerlerden az önce stüdyoda geçen haberi doğrular, örnekler nitelikte veriler ve röportajlarla yayın yapan muhabirler" günü olsa ya! Onlar bugün stüdyoya canlı bağlantı yapan taraf olsalar ya mesela; Ali Kırcalar, Mehmet Ali Birandlar hep "evet şurdan bildirdik serhat, söz sende!" diye birkaç dakikayı geçmeyen konuşmalardan öteye gidemeseler. Bi nevi oruç gibi olsa, zengin fakirin halinden bir aylığına da olsa anlama konsepti gibi, ya da daha laiksen 23 Nisan gibi. Farkettiyseniz uygulamada çok zorluk yaşanmayacak birşey, zira ben fizibilite raporuydu, daha önceki örnekleriydi filan derken yaklaşık bir dakika kafa patlattım. Bugün onların günü olsa ve bu bayramı onlara ben armağan etmiş olarak anılsam yıllar sonra bile. Ha hacı?

hayat sana teşekkür ederim. iyiki varsın hayat.


Doyurucu gibi, leziz gibi genelde yemek literatüründen gelmiş kelimelerle bezenmiş konuşmalar çok etkiliyor beni. Öyle veya böyle değil bu. Mecazı güzel oluyor böyle şeylerin, inanamayacağınız kadar somutlaşıyor bir anda sohbet. Zaten şunun şurasında kaç kişi kaldık ki kelimeleri gerçek anlamlarıyla kullanan. Lafı nereye getiriyorum? Aslen burada bitmiş olması gerekse de kendime ve kısmen de olsa ralph'e verdiğim söz hasebiyle yazmak yazmak yazmak zorunda hissediyorum.

Ağzıma çok dolanmış olsa da aslen benim için önemi bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar olan çakra'dan ziyade, ortalıkta gezerken açık olmasına özen gösterdiğim tek özelliğim "farkında"lığım. Genelde birşeye ciddi ciddi cephe almam için çok fazla nedene ihtiyaç duymuyorum, "isteseydi arardı" gibi şarkı sözlerine malzeme olan erkeklerdenim evet. Ama belki de içgüdüsel olarak bazısına giydirmeden önce duraklıyorum. Beni tanıyanlar da bilir ki bu çok nadir oluyor. Lafı bi yere getirirken haber vermeden edemiyorum anlaşılan ama söylemeden edemeyeceğim: Bugün itibariyle idrakine vardım ki ben elindeki slr kamera bile olsa kendini çeken insan halinden nefret ediyormuşum. Belki bu lisedeyken falan bi nebze de olsa "olacak o kadar"lık bir şeymiş benim için ama yeryüzünde geçirdiğim 21 yılın ardından ne o hale ne o insana tahammülüm kaldı. Ya da gibi birşey. Tabi yine çok yakın arkadaşlarım kendilerini bu açıklamamdan sonra ciddi manada tehlikede hissetsinler istemem, elbette onlar stratejik olarak iki kıtayı birbirine bağlayan bir noktadalar; ama çok risk almayı sevmeyen arkadaşlarımı uyarmadan edemeyeceğim. Eğer ben bugün bütün enerjimi İzmir'in Yılmaz Özdil'in kaleminde can bulan sokaklarında bu pozu sarkastik bir şekilde taklit etmekle harcadıysam biraz dikkati, biraz "acaba ne bu çocuğun derdi, biz bunun gördüğü neyi göremiyoruz?" gibi birkaç reaksiyonu hakediyorum gibime geliyor.

Volkan Konak gibi her mikrofon uzatıldığında duygusallığımdan, duyarlılığımdan dem vuruyor olmak da istemiyorum ama yine söylemeden edemeyeceğim. Son dönemde çoğu köşesiz tepkimi 9 Temmuz'daki Sezen Aksu Konseri'ne ve şu sıralar çıkarmış olduğu Yürüyoruz Düş Bahçelerinde albümüne borçluyuz insanlık olarak. O yüzden dileyenlere o albümden birer şarkı armağan edebilirim. Ancak çok da heveslenmeyin, zira albümün kendisinin çıkışını bir arkadaşıma ve onun en yakınına armağan ettim daha en baştan.

Öte yandan şu sıralar "yaz gününde evin önüne dökülen su"ya atfen birşeyler yazasım var. Bilemedim.

18.6.09

kendini kayıran adam


hani dışardan baksan belki bu adam bişeyi oldu mu hiç tutmuyor, herkese söylüyor, istiyor ki çoğu kimse nasiplensin, bunu yapmayanı da yadırgıyor dersin (belki diyorum). ama işte şimdi öyle olmayan bişey söyleyeceğim. 9 temmuzda sezen aksu konseri var maltepe üniversitesinde ve ben anca biletimi aldıktan sonra söylüyorum bunu burada size. niye bu? çünkü ben aslen çok kötü insanların, çizgi film kahramanlarının, bu iskeletorların gargamellerin falan geldiği ülkeliyim. yoksa derdim arkadaşlar en pahalısı 4olira biletlerin gidin alın diye. ama ne yaptım? önce kendim aldım, yerimi sağlama aldım, sonra size söylüyorum. olacak iş mi? evet, olacak iş. bugüne kadar aksini yaptım da noldu? kim gelip sen ne kadar iyi bi insansın, gel tanış olalım dedi. Allah aşkına kaç kez bu özelliğimi övdünüz gelip yüzüme. Bırakın Allah aşkınıza. Size yaranılmıyor yeminle.

15.6.09

Asansör sokak, no.12, izmir

steykaus

Dide’nin de dediği üzre insan insanı ayrıntılarda tanıyor, hatta belki her şeyde böyle bu. Bu sabah önümde E kitapçığı, cüzdanımdan kimliğimi çıkarıyorum çünkü gözetmen kadın öyle istiyor. Ben çok yoğun bi adamın sıradan dalgınlığındaki olağan “ahh pardon”u çekiyorum, oysa bu işe yıllarını vermiş, benim gibi nicesini görmüş, umursamıyor. Sonra tam bu sırada kimliğe göre daha sık kullanmamdan mütevellit önde duran Bilkent kimliğim gözüme çarpıyor bi an.” İsterseniz onu da çıkariim diyorum” kadına çünkü nüfus cüzdanımdaki fotoğraf çekildiğinde bizim okula ergenlikle ilgili ders vermeye gelmişlerdi.

Türkçe hiç değişmemiş. En son görüşmemizin üzerinden 2 yıl geçmiş ama o bıraktığım gibi ki genelde benzer yerlerde buluşuruz. Yine benzer bi görecelilik giyinmiş tam evden çıkmadan üzerine. Ve bazı sorularda fark ediyoruz ki yine ne varsa onda var, öğrencinin halinden bi o anlıyor.

Sos-1 ömrüm boyunca hiç çalışamadığım ve kitabıyla girdiğim sınavlarda bile tökezlediğim tarih dersinin görüp görebileceği en kolay testlerden biriyle başlıyor yeni güne. Coğrafyaysa hiçbir zaman ilk test olamamış olmanın sebebiyet verdiği bir kompleksten olsa gerek, herhangi bir kadın gibi saçını boyatmış, burnunu düzelttirmiş. Yelizli Orhanlı sorularla turnayı hedefliyor, lakin çabası yersiz. Felsefedeyse onunla ilk karşılaşana “ben filozofmuşum meğersem.” dedirten bir hüsran daha.

Ben sözel dersleri oldum olası sevemediğim için bir an önce edsos’u da halledip kabasını sıyırmış olma politikamdan taviz vermiyorum. Ordaysa kendisine bir gün önce yarım kadar saatimi ayırdığım tek alan olan edebiyata “bre küstah” demeden edemiyorum. 20.soruya geldiğimde hatırlıyorum ki en son yapılan değişiklikten sonra oralar artık edebiyat’ın ve coğrafya’nın toprakları olarak biliniyor.

Matematikteyse biraz kızmadan edemiyorum. Çok zor sorular beni de çileden çıkarıyor belki ama bazı sorular var ki.. Sonuçta Mat-1 testinin de bir ederi olduğu kanaatindeyim ve bazı soruların şanına yakışır cinsten olmadığı gün gibi ortada.

Fen-1 ise Lise-2’de en sevdiğim arkadaşlarımın çoğunun eşit ağırlığa geçişinin ardından sevmeme kararı aldığım bir test olalı beri benim kadar inatçı. Benim dışımda daha milyon bilmem kaç tane insanın da o soruları çözdüğünün farkındalığının vicdanındaki yansımasından mütevellit çok zorlayamıyor belki ama yüzü hep ekşi. Sonuçta ben de ona çok yüz vermiyor, herhangi bi sorusunda dünyanın en basit mantığıyla sonuca ulaşmaya çabalıyorum. Yine de aradan geçen zamanda küresel ısınmadan nasibini alan buzlarımız olmuş olmalı ki ona öncekilerden daha fazla vakit ayırdığımı fark ediyorum.

Fen-2’yi mühendislik ve bir takım mühendislerle ilgili yargılarımı düşünürsek gözden ta baştan çıkarmıştım; ama önümde sos-2 vardı ki çok düşük bi ihtimal bile olsa derece yapabilme ihtimalim ne yalan söyleyeyim aklımın bir köşesindeydi. Öte yandan birkaç gün öncesine kadar Boğaziçi’ne gitmek fikri aklıma girmişti. Sonuçta zevk aldığım şeyler ortadaydı, bunlar oradaydı bense Ankara’daydım. Hayatımın geldiğim noktası itibariyle insanlara “oha jun bunu yaptı, bakın radikallikten ölecek.” dedirtecek bir şeyin eksikliğini hissettiğimi kendime ekseriyetle itiraf ediyordum. İşte fırsat ayağıma kadar gelmişti, belki mat-2de harikalar yaratırdım ve aniden İstanbul’a yerleşirdim. Ama olmadı, o gaza gelemedim. Para bir kez daha satın aldı benliğimi ve ben kendimi Karlukların, Fransızların, İtalyanların arasında buldum.

Sonra arta kalan vakitte mat-2den birkaç soruyu çözebildim anca, gerisini fen-2yle birlikte a şıkkının yüce ruhuna adadım.

Dikkatimi çekense kitapçıktan sınav boyunca uzaklaşmaya çalışıyor olmamdı. Sınıftaki dört beş kişi anormal bir şekilde yaklaşıyorlardı kitapçığa, hatta sorulara. Bense herhangi bir soruya bakarken varsa altındaki ve üstündekini ucundan da olsa görebiliyordum bile. 2yıl önceki sınavda da rahattım belki ama bu çok daha başkasıydı. Soruda altını çizdiğim yerlerde de gözle görülür bir azalma vardı. Yanlış bulduğum şıklarıysa gözünün yaşına bakmadan silip atıyordum. Tabi soru buna bozuluyordu. Sonra bu testin kulağına gidiyordu. Sonra kitapçığın haberi oluyordu ve o da bariz atar yapıyordu bana. Hatta sınav süresinin dolmuş oluşunu gözetmen kadının sert sesinden duyunca kitapçığın kapağını kapattığımda sayfalarının arasından bir damla yaşın süzüldüğüne şahit olmuş bile olabilirim. Sonra bu bana baştan beri atarlı olan gözetmen kadının da halini açıklıyordu. Sonuçta ben bugün çok rahattım, lakin “o aslinda o gordugum cool kadın degildi.”

13.6.09

izmir, the hardest part.

"bence bmc" diye bitirdiği yazısıyla bana bloga başlarken ki yazılarımı hatırlatan yılmaz özdil'in 70 milyona kendini izmirli hissettirişini ayakta alkışladım. gözlemlediğim kadarıyla çoğunda "double-space" tercih ettiği yazılarının aksine izmirle ilgili konuşurken 3ün 5in çok güzel hesabını yapmış, bize izmirle ilgili söyleyecek birşey bırakmamıştı. öte yandan benim de "gevrek" ve "çiğdem" dışında hiç bir kavramda çok diretmediğim düşünülürse onun hürriyet'te yazması en az benim züğürdünçenesi'nde yazmam kadar isabetli bir gelişme olmuş gibime geliyor. ertesi güne "öss sınavımın" olduğu düşünüldüğünde, sadece ismi-başlıklı bir yazı yazmak için beni yerimden kaldıran izmir'e ankara ne kadar hürmet etse azdır. kızları çok güzel diye veyahut insanları çok güzel diye söylemiyorum, hatta buna da canı gönülden inandığım söylenemez, ama ankara'da bulunduğum zamanlar sırf bir zamanlar izmir'de bulunduğum için ızdırap gibi geliyor bana. benzer bir şekilde coldplay'in yeni albümünde the hardest part'ı daha önce hiç bu kadar iyi bir performansını dinlemediğim için mi seviyorum yoksa ardından viva la vida geldiği için mi, bilmiyorum.

Öss'ye girmeyecek herkese hayatta başarılar diliyorum, bir yanım sizin damarlarınızdan biri kopmuştur diye haykırsa da her ne kadar.

11.6.09

ütopyam

  • sizce de niranünsal çok olmuyo mu? sosyal sorumluluk projesi desen niran, örgülü şeyli program desen niran, ejerken desen niran, okanbayülgen desen niran. sonra gençler yaptı mı yaptı oluyor. bi de tanyeli var tabi. geçen de o da çıkıp ciddi ciddi şarkı söyledi çünkü okan bayülgende.

  • bakkal dediğin adam dünyanın en kültürlü adamı olmalı bence. en azından günceli çok iyi bilmeli. bissürü sorunun cevabı olmalı, herkes iki dudağının arasından çıkan lafa bakmalı. çünkü artık bakkalcılık ölmüş durumda. bütün o gazeteler, mizah dergileri falan öylesine duruyor bütün gün orada. bunu değerlendiriyor olmalı bakkal. ama daha az önce girdiğim bakkalda adam uykusuz yok uykulu var, ekmek var ekmeksiz de var bizde gibi şeyler yaptı. ne olduğunu bilmiyorum ama böyle şeyler yaptı.

  • yeni emekli olmak zor bişey. memursan filan, o şortlu sandaletli döneme geçiş çok zor oluyor, dışardan çok belli oluyor bocaladığın. vücut sen bişeyi söylemeden yapmaya alışık olduğundan bacaklarda uzun çorabın taze izleri yeni alınmış sandaleti gölgede bırakıyor. bu sefer uzun çorap giyeyim diyorsun, altına da işten kalma sportik ayakkabılar. o zaman da şort ve polo yaka tişörtün ahı tutuyor. doluya veya boşa koymak gibi seçeneklerin var ama üzülen sensin her halükarda.

  • insan yalnız bırakmaya gelmiyor bunu ciddi ciddi tecrübe ettim bi kaç günde. bi şekilde dikkat çeksin istiyor, veya etrafa aldırmadan zarar veriyor kendine. vücudunda radikal değişikliklere giden arkadaşlarımı zaten daha önceden farkında olduğum kaygılarından ötürü bi nebze anlasam da çözümü aradıkları yerler itibariyle cidden s.o.s veren bünyeler var. bütün o yaprak dökümleri falan bu yüzden. ATTENTION PLEASE

  • VE NİRANÜNSAL YARIN AKŞAM BEYAZSHOWDA. OO YEE!

9.6.09

sew up - öbür türlü haftada bir ayakkabı alıyoruz.

Uzun süredir televizyon izlemiyor olmamdan olsa gerek ki susamışım. Küçükken ailemden sonra saydığım çizgi filmler bir saatten sonra bittiğinde öylece kalakalır, ne yapacağımı ne eyleyeceğimi şaşırırdım. Sonuçta 7’den 70’e hitap eden tek şey Barış Manço’ydu o zamanlar. Ama biraz büyüyüp de başkalarının acılarını da ilgi çekici bulmaya başladım başlayalı rahatım. Şurda eve geleli bir hafta oldu ya da olmadı. Öldürmelerin sadece kan bağına tabii olanları artık bi nebze olsun ilginç gelmeyi başladı. Her ne kadar kanlı korku filmlerim tercihim olsa da bu kadar kanlı bir Türkiye’ye hazır değilmişim anladım. Ama en ilginci de bütün bunlar yaşanırken ortamda bulunan kardeşimin Alevilerle ilgili bi haberi görünce “Aa bi de Aleviler var demi?” demesi. Bende de var bu, hatta bence herkeste vardır. Artık bazı şeyleri dert edinmek lüks geliyor. O dertler ailedenmiş gibi oluyor, adeta insan “Sen şimdilik dur bi bakalım.” diyor. Annem içinde bulunduğumuz kötü durumlarda daha kötülerinden dem vurup “Yine de çok şükür oğlum.” der konuşmasının bi yerinde kesin. Aslında sonsuza dek konuştuğu için muhtemelen her şeyi demiş olur zaten. Neyse. O “yine de çok şükür”e her defasında “Evet anne.” diye karşılık versem de bu bir ümit hayat dersi biter diye olurdu. Doğru düzgün içimde hissetmezdim o şükürü hiç. Ama şimdiyse annemden önce lafı gediğine oturtuyorum ben. Bir hayırlı evlatmışçasına “Dur! Sen kalkma ben söylerim.” diyorum. O da “Evet oğlum. Binlerce kere şükürler olsun.” diyor. Öyle yani. Şimdi ben “Yine de çok şükür.” diyeyim, “Evet jun haklısın, binlerce kere.” diyeniniz elbet bulunur.

3.6.09

mmmbop

  • Kendimi iktisat bilimine adayalı beri neredeyse 2 yıl olmuş. Econ101i alanın kısmen, econ102 alanınsa biraz daha büyük bi kısmen bildiği bişey varsa bu GDP, AE veyahut ne bileyim inflation olur. Söz konusu politikaya geldi mi monetary policy idi, fiscal policy idi dilleniverir insan. Yanlış hatırlamıyorsam cumartesi günü itibariyle kızılay’daki tobb binasında bir türevine rastladığım şu afişse ne fiscal’a, ne monetary’ye bir ucundan tutturulabilir bir politika gibi görünüyordu. İnsanlara; sandıkta, yastık altında, kumbarada biriktirdiğinizi biriktirmeyin; gidin pazara harcayın demek, ama bunu söylediğin afişe market resmi koymak, dünyanın en sağlıklı dimağının bir işi olsa gerekti. Kaygıyı anlarım, ilkel yöntemi anlarım, çaresizliği anlarım, ama iki ucu zaten bi halta benzemeyen çubuğun üçüncü ucunu da isimleri arasındaki ayrımı şimdi şimdi çözdüğüm tuvaletlerden alaturka olanının derinliklerine kadar banmayı anlayamam.

  • Verilik : yolculuk sırasında kullanılan, boynu kavrayarak uyuyamayan bireye evindeymiş hissine empoze eden, görebilene fetişli yastık. An itibariyle belki yüz tane var elimde kendisinden. Her yolculukta bir yenisi alınmış olmak kaydıyla, hepsi aynı güzel mantığın ürünü. “Al yaa birine verirsin olmadı.” nasihatini her seferinde kendi kendine tembihleyebilerek zaten şimdiden binlerce ödüle layık görülmüş olmam gerekiyor olsa da, düşünceyi eyleme dönüştürmektense bunun muzdaripliğini dertmiş gibi gösterip ekmeğini yemeyi daha çok seven milyonlarca insan gibi ben de söylediğimi yapmayı bütün art niyetimle erteliyorum. O yüzden böyle buradaki gibi kayışımın kopuk olduğu bir dönemde deklare etmek en güzeli gibime geliyor. Yok mu isteyen?

  • Zaman zaman “çok tırt insan var” gibi örneğe muhtaç, muhalifi çok cümleler kuruyorum. Yolculuk boyunca adeta kucağımda uyumuş amcanın tırtlığı konusunda şüphelerim yok denecek kadar azdıysa da onu burada kanıt olarak kullanmak için bundan çok daha fazlasına ihtiyacım olduğunun farkındaydım. Ama insan insanın en yakın dostudur bazen hani ya, onun mutluluğu için her şeye katlanacak kadar fedakardır ya hani bazen, amcam da o misal, o güzellikte bi insan, kalkmış üşenmemiş, afedersiniz ama g.t kadar bagaj teslimi yapılan yerde sigarasını yakmış. Ucu ona bakmayan herhangi bir uzvu kadar tehlikesiz gördüğü sigarasıysa bizim için en az ucu ona değil de bize bakan herhangi bir uzvu kadar tehlikeli oluveriyor aniden ve o amca, orada, tırt oluveriyor nihayet, bütün samimimiyetiyle, bütün içtenliğiyle, bütün sizdenliğiyle, bütün bizdenliğiyle.

  • Dolmuşa binmeyi hiç sevmiyorum. Sebebini soranlara benim evhamlılığımın dolmuş şoförü için hiçbir önem arz etmiyor olmasını sunuyorum. Kendi içlerinde bir kültürleri olan, kendilerine göre on numara ortamları olan ama bütün bu ortamıydı, kültürüydü dışarıdan bakılınca yalan olan, itici gelen meslek gruplarına soğuğum belki(böylesi bütün oluşumlara böyleyim hatta(bkz. mühendisler)). Berberde de var bu mesela. Gerçi berberi bilmiyorum ama, bu dolmuş olayında şoförün bana kıllığından olabilir bütün bu onca yaşanmışlık. Hakkı da var hani. Çünkü ben dolmuşa son durak diye tabir edilen, oysa sadece gelenler için son olan, gidenler içinse tam aksine yeni bir başlangıç anlamına gelen(giden-gelen?), evet içinde böyle de tırt bir hikaye barındıran yerden biniyorum. Tırtlığı hikayesinden belki ama benim kıllığımın mütevellitliği bindiğim sayılı seferlerin genelde bir şeye benzemiyor olmasından. Yani sanki benim bindiklerimde diğer hiç kimsenin yolculuk yapası, terminale gidesi gelmiyor gibi. Yani bu açıdan bakılınca o an dolmuşçu dünyanın en haklı insanı. O an ne dese ne küfür etse haklı. O an dursa ve “in lan gitmiyorum” dese söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ama dolmuşçu sustuğu sürece görüyorsunuz ki benim susacağım yok. Dünya bana güzel, dolmuşçu sustuğu sürece.

  • Paylaştıkça artan tek şey mutluluk dedik, paylaştıkça artan tek şey bilgi dedik, ama paylaştıkça artan tek şey Aids demedik. Ama öyle. Ama napabilirim ki? (mutluluktur aids’i aids yapan, mutluluktur insanı aids yapan derseniz, bilemem.)

  • Geçende fark ettim; babamın, teybini açıp içinde pişe yazdığım bi arabası olmadı hiç. Yıllar sonra psikolog koltuklarında anlatırsam eğer “e biz bunu biliyoduk zaten” diyesiniz diye söylüyorum.

  • Yok o cidden değil de NipTuck’ın 5. Sezon 22. Bölümü itibariyle yaşanmış olan kan örneklerinin karışması vakasıyla nazarımda dünyanın en tırt dizisi ünvanına kavuşması. İronik bir şekilde türk senaristler içinse bir ümit ışığı (bu tamlamada bi sorun var gibi, yok gibi. bilemedim) olması. Bi de bu lafım ralphlexy'ye; christian troy ile fatih terim arasındaki çarpıcı benzerlik?

  • Küçük mutlulukların insanıyım. Söylemiş olmak için değil, cidden öyle. Örneklerim var, ama söylemem. Yani bi yandan da söylemiş olmak için oldu bu. Paradoks gibi, değil gibi. Görebilene.

  • "Dinlediğim müziklerde karakterime dair çarpıcı ipuçları var" gibi bi iddiam yok, olamaz. Çünkü hunharca dinliyorum ben müziği. Ama benim jenerasyondan bizim mahalleli bir sürü delikanlının mutluluğu müzikte bulduğu açıklandı geçenlerde. Yıllar yılı mahallenin, şimdi şimdi anlamsızlığı ayyuka çıkan, karizmatiği celal'in peşinde annelerinin ısrarlarına aldırmayıp koşuşturan gençlerin nihayet kendilerini sürmeli gözlerde, belirli aralıklarla kulaklarının arkasına sıkıştırmak zorunda hissettikleri omuzlarına kadar gelen saçlarda, delik kaşlarda, yeşil çantalarda, yükses sesli metal müziklerde bulduklarını görmek gerçekten güzel.

  • Vedat abi candır. O ki canandır.